29 Haziran 2013 Cumartesi

23 Haziran 2013- Özgür Kocaeli Gazetesi Makale





Daha Yavaş

Tanrım beni yavaşlat,
Aklımı sakinleştirerek kalbimi dinlendir… Zamanın sonsuzluğunu göstererek bu telaşlı hızımı dengele… Günün karmaşası içinde bana sonsuza kadar yaşayacak tepelerin sükunetini ver.
Sinirlerim ve kaslarımdaki gerginliği, belleğimde yaşayan akarsuların melodisiyle yıka, götür.
Uykunun o büyüleyici ve iyileştirici gücünü duymama yardımcı ol…
Anlık zevkleri yaşayabilme sanatını öğret; bir çiçeğe bakmak için yavaşlamayı, güzel bir köpek ya da kediyi okşamak için durmayı, güzel bir kitaptan birkaç satır okumayı, balık avlayabilmeyi, hülyalara dalabilmeyi öğret…
Her gün bana kaplumbağa ve tavşanın masalını hatırlat. Hatırlat ki, yarışı her zaman hızlı koşanın bitirmediğini, yaşamda hızı arttırmaktan çok daha önemli şeyler olduğunu bileyim…
Heybetli meşe ağacının dallarından yukarıya doğru bakmamı sağla. Bakıp göreyim ki, onun böyle güçlü ve büyük olması yavaş ve iyi büyümesine bağlıdır…
Beni yavaşlat Tanrım ve köklerimi yaşam toprağının kalıcı değerlerine doğru göndermeme yardım et.
Yardım et ki, kaderimin yıldızlarına doğru daha olgun ve daha sağlıklı olarak yükseleyim.
Ve hepsinden önemlisi…
Tanrım, Bana değiştirebileceğim şeyleri değiştirmek için CESARET,
Değiştiremeyeceğim şeyleri kabul etmek için SABIR,
İkisi arasındaki farkı bilmek için AKIL ver…

Yukarıdaki yazı milattan 2000 yıl kadar önce Hititler tarafından yazılmış bir duvar yazısıdır. Ne kadar anlamlı öyle değil mi? Yavaşlat diyor  ve öyle ki, aklım  konuşmasın, kalbim sussun, dinlensin. Zamanı önemsemeyeyim, telaşımın yerini biraz sakinlik alsın, yavaşlık ya da hatta sessizlik belki de.Uykudan tat almayı hatırlayayım, baktığım çiçekleri, hayvanları gerçek anlamda da görebilmeyi , duyabilmeyi öğret bana diyor..
Koşturuyoruz, bir oraya bir buraya.. Sabah bir çıkıyoruz evden, taa akşam saatlerine kadar bir sürü dosyanın, toplantının, evrakın veya yapılacak çeşitli bir çok işin arasında boğuluyoruz, nefes alamıyoruz. Sıkışıp kalıyoruz koskoca betonların arasında, havasız, oksijensiz, hayatsız. Bir yandan istiyoruz ki bu geçen zaman hızlı bir şekilde aksın, bitsin şu dosyalar, toplantılar ama öte yandan da diyoruz ki hayat geçiyor, öyle ya da böyle zaman içerisinde biz de yaşlanıyoruz diyor ve bu durumdan hayıflanıyoruz, tutamadığımız, dolu dolu yaşayamadığımız her an, her saniye için üzülüyoruz. Her iki türlü de mutsuz ediyoruz kendimizi aslında.. Kabullenmiyoruz şu anda yaşadığımız hayatı, yaşamı, sahip çıkmıyoruz ona aslında tam anlamıyla.
 Bir hayal dünyası içinde yaşıyoruz bazen.  Şu an şurada olsaydım en mutlu ben olurdum diyoruz veya  yarın şuraya gitseydim ne kadar güzel vakit geçirebilirdim diyoruz. Olmayan bir şeyi kendimiz için oldurmaya çalışıyoruz ama sadece hayıflanarak, üzülerek, bir şekilde gerçekliğin dışında düşünerek. Sözlerim yanlış anlaşılmasın elbette   hayal kurmak güzeldir, hatta öyle eğlencelidir ki bu tartışılmaz bile  ama biz bunu günlük yaşamda yapıyoruz, başka bir şeyle uğraşırken yapıyoruz. Böylece de  günlük yaşam içerisinde asıl yaşamamız gereken gerçeği yaşayamıyoruz.  Dolayısıyla bazen bir çiçeği dahi göremiyor , gözlerimiz net bir biçimde bakmamıza rağmen.. Rengini, dokusunu, kokusunu ve o muhteşem güzelliğini hissedemiyoruz.  Nasıl görsün ki  gözlerimiz o an önünde başka bir hayalle kaplanmışken gerçekleri, hayatı .. kısacası her şeyi..?
Acele ediyoruz çoğunlukla, yemek yerken, birisiyle konuşurken, alışveriş  yaparken.. Tat almak yerine, o anın tadını, keyfini doya doya çıkarmak yerine, acele ediyoruz..  Tüketmek istiyoruz, çılgın bir şekilde bazen, sevgiyi, arkadaşlığı, dostluğu ya da kısacası hayatı..Sabretmeden, beklemeden, herhangi bir şey  için bir ödün vermeden, uğraşmadan.. Yeter ki olsun, yeter ki o anda geçici bir çözüm olsun diye.  Halbuki Hititler’in de yazmış olduğu  gibi fark edebilseydik zamanın aslında sadece şu andan ibaret ve her şeyiyle  koskocaman bir bütün olduğunu .. Nasıl da mutlu, huzurlu ve sakin olabilirdik..  Ya da keşke daha kolay fark edebilseydik daha kalıcı şeyler yaşamak, bırakmak ya da oluşturmak adına daha farklı davranabilmeyi, bunun için uğraşabilmeyi..
Bir de elbette yukarıda da yazıldığı gibi.. Cesaret, Sabır ve Akıl..  Nasıl da önemli.. Her zaman, her koşulda, her aşamada..
Demek istediğim o ki.. Biraz yavaşlayalım.. Ruhen,kalben.. Yormadan, tükenmeden, tüketmeden, koşmadan yaşayalım.. Doya doya, tada tada, göre göre.. Ancak bu şekilde farkına varmaz mı insan hayatının güzelliğinin, anlamının ? Daha sindire sindire yaşayalım , sadece o an için, o ana özel olarak..  Koşmamız, hızlanmamız, atağa geçmemiz gereken zamanlar elbette olacak fakat bunu her dakika yapmayalım ki ruhumuz bizi kolayca takip etsin..  Sürekli koşarak, başka şeyler düşünerek, anda kalmayarak, kuruntu yaparak  n’olur şu beynimize, ruhumuza, kalbimize, benliğimize, özümüze zarar vermeyelim.. N’olur …  :)

“Yapmamız gereken , her şeyi eski sadeliğine döndürmektir, böylece bozulan düzenimiz yeniden kurulacaktır.”
Kızılderili Atasözü



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder