26 Mayıs 2013 Pazar

26 Mayıs 2013 - Özgür Kocaeli Gazetesi Makale




Teknoloji




Resimdeki gördüğünüz bir kutu değil, kendisi el yapımı bir İphone . :) Öğrencilerimden birisi(2. Sınıfa gidiyor.) yapmış ve oyuncak da olsa bir İphone’a sahip olduğu için oldukça mutlu. Bu arada bahsettiğim öğrencim , ben bilgisayarla ilgili herhangi bir sorun  yaşadığım zaman yanıma gelip müdahale eden ve düzelten , çok kibar , oldukça zeki ve yetenekli bir çocuk.
Öyle bir çağda yaşıyoruz ki teknolojideki yeni gelişmelere alışmak ve bunun daha nereye varacağını  tahmin etmek çok zor. Gerçekten de her yeni şey inanılmaz hızlı bir şekilde değişiyor ve biz de bir şekilde uyum sağlamaya çalışıyoruz. İşlerimizi de oldukça kolaylaştırıyor  bizim bir parçamız haline gelmiş bu yeni çağın telefonları, bilgisayarları veya tabletleri .Öyle ki çevremdeki bir çok kişi- genç yaşlı fark etmiyor- telefonsuz, bilgisayarsız veya diğer herhangi bir teknolojik alet olmadan da  bir hayat olabileceğini  düşünemiyorlar. Bir keresinde İzmit Av Köşkü’nde Atatürk’ün  eşyalarının sergilendiği zaman yaptığımız gezide, Atatürk’ün sigara tablasına bakıp  , “O zamanlardaki İphone kılıfına bakın, ne kadar farklıymış” diye yorum yapan öğrencilerim olmuştu. Şaşırmıyorum, yadırgamıyorum , o kadar normal ki aslında .Hele ki çocuklar için.. Bir düşünün öyle bir süreçte doğdular ki ,bu tarz teknolojik aletlerin  hayatta olmaması gibi bir kavram onların lügatında yok. Onu da geçtim, oldukça hızlı ilerliyor her şey ve kanıksıyoruz, sanıyoruz ki daha öncesi yoktu, hep böyleydi.  
Yalnız üzüldüğüm bir nokta var sizlerle paylaşmak istediğim. Hani şu son zamanlarda da oldukça sık tartışılan bir konu var  . Teknolojinin bize sağladıkları ve bunun sonucunda bir şekilde kölesi olduğumuz o yalnızlık.
Şimdi sizleri çoook uzaklara götürmek istiyorum.  :) Üzerinizde bir şort , bir tişört var, bir de belki şapkanız . Hava sıcak ama bunalmıyorsunuz, daha doğrusu bunalmak aklınıza bile gelmiyor, öyle mutlusunuz ki çünkü.  Elinizde bir top var. Sokaktasınız.. Arkadaşlarınız var.. Bisikletiniz.. Atlama ipiniz.... Misketleriniz.. Topaçınız.. Sek sek oynamak için elinizde bir tebeşir veya taş.. Körebe içinse gözünüzde bir  kumaş.. Özgürce koşuyorsunuz, bir o yana, bir bu yana.. Yorulmak nedir bilmeden özgürce.. Saatlerce hiiçç ama hiiç sıkılmadan.. Her şey doğal ve gerçek.. Bir kere arkadaşlarınız gerçek, şimdiki zamanlardaki gibi bir oyuna başlamadan oyuncu seçmiyorsunuz..Konuşmalar, sohbetler gerçek..
Bir de şimdiki zamana gelelim bakalım.. Her çocuğun kendine ait bir odası var. O odasının içinde oynadığı oyunlardaki  sanal arkadaşları var. Onlarla kurduğu yakın bir iletişim yok. Herhangi bir pozitif duygu yok. Belki biraz hırs, öfke ve endişe var oyunlarda iyi puanlar almak için. Hepsi bu. Çocuk aslında yalnız, mutsuz ve sıcak iki kelimeye muhtaç. Fakat bunu ifade bile edemiyor, çünkü o denli kölesi olmuş oynadığı oyunların. Hem  keyif  alıyor hem de kendini bir şekilde doyumsuz, eksik hissediyor. Çünkü gerçek bir şey yok ortada. Düşünelim hangi çocuk daha mutlu? Daha kolay iletişim kurabilir çevresiyle?  Sadece çocuklar değil bunu yaşayan, onlar sadece çok daha kolay adapte oldular bu duruma hepsi bu. Aslında şöyle de düşünebiliriz, iletişim çağındayız ve olanaklarımız çok çok fazla, , bir tuşla istediğimiz kişiyi arayabiliyor, tek bir dokunuşla istediğimiz yere bir şey gönderebiliyoruz.  Olanaklarımız çok fazla fakat demek istediğim şey şu ki  kimi durumlarda teknolojinin aşırı ya da farklı kullanımı bizi asosyalliğe, mutsuzluğa, depresyona ve yalnızlığa doğru itiyor.  Seslerin yerini sadece harflerin ve kelimeler alıyor yazdığımız mesajlarda. Ve her şey o denli gerçek dışı hale geliyor ki kimi zaman gerçek hayatla, oyunlardaki hayatı bile karıştırabiliyoruz. Ya da öyle anlar oluyor kafamızı bir kaldırıyoruz, saatlerimizi geçirmişiz bilgisayar başında bazense saatlerce mesajlaşmışız, ya da sadece oradan oraya web sitelerinde dolaşmışız ne zamanın ne mekanın farkına vararak.
Teknolojiyi dozunda ve daha yararlı kullanmak bizim elimizde.  Kesinlikle bu anlamda eski zamanlar daha iyiydi, her şey daha basit ve güzeldi demiyorum aksine şanslıyız aslında, her istediğimize ulaşabiliyoruz. Fotoğraflarımızı minicik bir aletin içinde taşıyabilirken, sevdiğimiz birisini kolayca arayıp saatlerce konuşabilirken nasıl şanssız olabiliriz?  Bundan bahsetmiyorum. Aşırısından bahsediyorum. Bizi yalnızlığa iten bir bağımlılıktan söz ediyorum. Hatırlayın bakalım hani az evvel size tarif ettiğim bir çocuk vardı elinde topu olan, ordan oraya koşan.. O çocuk mu daha mutlu yoksa şimdiki mi?



                                                                                                      
Adaçayı


Bildiğiniz üzere nane ailesinin bir üyesi olan  adaçayını önemli bir bitki ve  vücudumuz için birçok faydası var. Yapılan araştırmalara göre adaçayının beynimiz için de birçok yararı olduğu söyleniyor. Bunlara örnek vermek gerekirse adaçayı hafızanın gelişimine katkı sağlıyor, unutkanlığı azaltıyor, beyni Alzheimer’a neden olan belirli süreçlere karşı koruyor, konsantrasyon ve odaklanmayı artırıyor, beyin fonksiyonlarını geliştiriyor ve güçlendiriyor. İngiltere’de yapılan başka bir araştırmaya göre ise sağlıklı genç yetişkinlerin adaçayı hapları içtikten sonra kelime hatırlama testlerinde  daha başarılı oldukları tespit edildi.

Mutluluk
Mutluluğu aradığın sürece,
Mutlu olacak kadar olgun değilsindir,
Ve ulaşacak kadar her istediğine.
Kayıplara yakındığın sürece
Ve hedeflerin varsa durmadan yöneldiğin,
Bilemezsin huzur nedir diye.
Vazgeçersen şayet her arzudan,
Ne hedef, nede istek tanıyıp
Mutluluğu artık adıyla anmıyorsan,
O zaman olup bitenlerin akışına
Dayanamaz yüreğin ve ruhun erişir huzura..
Hermann Hesse

19 Mayıs 2013 Pazar

19 Mayıs 2013 -Özgür Kocaeli Gazetesi Makale




Biraz  Zaman ;)



Ulu bir kavak ağacının yanında bir kabak filizi boy göstermiş. Bahar ilerledikçe bitki, kavak ağacına sarılarak yükselmeye başlamış. Yağmurların ve güneşin etkisiyle müthiş hızla büyümüş ve neredeyse kavak ağacıyla aynı boya gelmiş. Bir gün dayanamayıp sormuş kavağa:

- Sen kaç ayda bu hale geldin ağaç?

-  10 yılda...

-  10 yılda mı, diye gülmüş ve çiçeklerini sallamış kabak. Ben neredeyse 2
ayda seninle aynı boya geldim bak..

- Doğru, demiş ağaç, doğru...

Günler günleri kovalamış ve sonbaharın ilk rüzgarları başladığında kabak önce üşümeye, sonra yapraklarını düşürmeye, soğuklar arttıkça da aşağıya doğru inmeye başlamış.

Sormuş endişeyle kavağa:

- Neler oluyor bana ağaç?

- Ölüyorsun, demiş kavak.

- Niçin?

-  Benim on yılda geldiğim yere sen iki ayda gelmeye çalıştığın için...

Acele ediyoruz.. Yemek yaparken veya yerken  yapıyoruz bazen bunu, doyalım da gerisi önemli değil gibisinden. Bazen araba kullanırken yapıyoruz, çabuk gidelim de nasıl olursa olsun, ıslak yollarda giderken  kime gelirse gelsin çamur , önemsemiyoruz. Bazen bir sınav oluyor bu, bir şekilde  iyi not alayım da (kopya ile bile olsa)  gerisi önemli değil diyoruz.

Halbuki düşündünüz mü bir çocuk koşabilir mi daha emeklemeden? Nasıl olurdu bir düşünün haydi.. Defalarca tökezlemez miydi o çocuk ? Belki de sürekli düşmekten yorulur, usanır, bıkar ve bir daha bırakın koşmayı  yürümeyi bile aklından geçirmezdi. Peki düşündünüz mü hiç aceleyle, belki kızgınlıkla, belki endişeyle edilmiş olan bir telefonu, hiç dinlemeden, anlamadan yapılmış bir konuşmayı? Ne kadar karmaşık olurdu sonuçları ve ne kadar anlamsız olurdu konuşmalar?

İşte hayat da böyle.. Bazı şeyler zamanla oluyor, sabırla geliyor. Üst üste koyarak tuğlaları, emek harcayarak, çaba sarf ederek, her yeni günde üstüne bir şey ekleyerek oluyor. Olgunlaşma bir süreç. Bekleyemeyiz bir anda olsun. Şöyle bir şey var elbet, isteyin gerisi olsun.. Tamam , bunu kabul etmek gerek ama nasıl? Bir hedefimiz mi var ? O zaman bakalım şöyle elimizdekilere, şöyle bir göz gezdirelim neler var, neler yapabiliriz bu sonuca, hedefe giderken? Neler katabiliriz kendimize bu yolda ilerlerken? Hayalimiz  gerçek olsun diye nelerden ödün verebilir, neleri kabul edebiliriz? Bu yolda giderken, acele ettiğimiz sürece aldanıyoruz, aldatıyoruz kendimizi. Sanıyoruz ki olduk, olgunlaştık veya herhangi bir durumda bir şeyi tam yaptık fakat yanılıyoruz tıpkı yukarıda bahsettiğim öyküdeki gibi. Önce kendimizi yanıltıyoruz, sonra da karşımızdakini. (Ya da öyle sanıyoruz) Halbuki zaman alır bazı şeyler. İyi bir futbolcu olmak zaman alır, güzel goller atabilmek için. Başarılı olmak zaman alır, iyi bir yere gelebilmek için .Güven zaman alır , iyi bir insan ilişkisi için. Yeni bir şeyi öğrenmek zaman alır, alışkanlığa dönüşmesi için. Bir binanın inşa edilmesi zaman alır, sağlam temelle, sağlam malzemeyle yapılması için. Bir çocuğun yeni bir şeyi kavraması zaman alır, doğru şekilde öğrenmiş olması için. Bir evi temizlemek zaman alır, derleyip toparlamak, eskileri atmak, yenilere yer açmak için. Bisiklete binmeyi öğrenmek zaman alır, düşmeden upuzun yollarda düşmeden, sadece keyif alarak kullanabilmek için... Güzel bir resim yapabilmek zaman alır, doğru renkleri doğru şekilde harmanlamak için.. Sevdiğim bir şarkıda da geçtiği gibi… Bazı şeyler, bazı şeyler zamanla olur…


Bir Öykü
Yaşamak
Öykü, yüzyıllar öncesinde gözlemlenen bir olaydan alıntıdır.
Bir keşiş araştırma yapmak için bir köye gitmişti.Önce o köyün mezarlığına girdi.Çünkü kültürlerin ,yaşam felsefesinin böyle yerlerde izi olduğuna inanıyordu. Gözleri birden mezar taşlarının üzerindeki rakamlara takıldı.Mezar taşlarında 5, 867, 900,20003,4293,8,183 gibi  birbiriyle hiç de bağlantısı olmayan rakamlar vardı. Uzun uzun düşündü, fakat bu rakamların anlamını çözemedi.
Köyün en bilge  kişisine gitti  ve sordu:
“ Nedir bu rakamlar?” dedi.  “ Bu rakamların gösterdikleri  ay mıdır, yıl mıdır, saat midir?” Bilge kişi gülümseyerek yanıtladı:
“ Bizler bebeklerimiz doğduğu zaman, bellerine bir ip bağlarız.”dedi. Yaşamı boyunca her güldüğü an, o ipe bir düğüm atarız. Öldükten sonra ise, bellerindeki düğümü sayar, düğümün sayısını  mezar taşına yazarız.”
Bilge kişi , karşısındaki keşişin bir şey anlamadığını görünce açıklamasını sürdürdü:   “Böylece onun ne kadar yaşamış olduğunu anlarız.”


“Sizler, yani yeni Türkiye’nin genç evlâtları, yorulsanız dahi beni takip edeceksiniz. Dinlenmemek üzere, yürümeye karar verenler asla ve asla yorulmazlar. Türk gençliği gayeye, bizim yükselme idealimize durmadan, yorulmadan yürüyecektir. Biz de bunu görmekle bahtiyar olacağız.”
Gelecek için hazırlanan vatan evlâtlarına, hiçbir güçlük karşısında yılmayarak tam bir sabır ve metanetle çalışmalarını ve öğrenim gören çocuklarımızın ana ve babalarına da yavrularının öğreniminin tamamlanması için hiçbir fedakârlıktan çekinmemelerini tavsiye ederim.”
Mustafa Kemal ATATÜRK

19 Mayıs Atatürk’ü Anma Gençlik ve Spor Bayramı’mız Kutlu Olsun!



12 Mayıs 2013 Pazar

Özgür Kocaeli Gazetesi- 12 Mayıs 2013 Pazar -Yazım


Anne

http://www.ozgurkocaeli.com.tr/makale/anne-129355.html



Bir bebek, bir evlat..  O güzel gülüşü, mis gibi kokusu, saf ve masum ruhu, benliği, nefesi  ile öyle tatlı bir anda giriveriyor ki hayatınıza bir daha ömrünüzün son nefesine dek onun ihtiyaçları, sorumluluğu, mutluluğu kısacası yaşadığı her ne varsa sizin oluyor, sizden bir parça , sizin hayatınızda.. O sizin bedeninizden ayrıldığı  andan itibaren, siz kendinizi onun ruhu ile yeniden inşa ediyorsunuz, sırf o yalnızlık çekmesin  diye.  Onunla  birlikte gülüyorsunuz, ağlıyorsunuz, öfkeleniyorsunuz ve belki de en önemlisi onunla birlikte büyüyor ve hayata dair bir çok şey öğreniyor,  bir çok şeyde deneyim kazanıyorsunuz. Bir bakıyorsunuz hayat o olmuş, siz o olmuşsunuz..Bir çok zorluk yaşıyorsunuz, onu fiziksel olarak karnınızda taşımaktan öte, onun doğumundan sonra ruhunuzda  endişeleriniz, korkularınız ve belki yüzleşmekten korktuğunuz daha bir çok sorularla taşıdığınız o evlat, sizi tamamen başka bir kişi yapıyor. Daha özenli olmaya çalışıyorsunuz , her şey onun konforu için ayarlanıyor, yemek-uyku düzeniniz belki tamamen değişiyor. Sırf onun için daha önce hayatınızda olan fakat size bir şekilde zarar veren  bir çok şey i (düşünceler,tutumlar, insanlar , yaşam tarzı, yemek yeme alışkanlıkları vs.) hayatınızdan çıkarabiliyorsunuz. Onun karnını doyurabilmek, ona güzel bir gelecek hazırlamak  için zorlu bir işte, ona hissettirmeden huzursuz ve mutsuzca  çalışabiliyor,  saatlerce mutfaktan ayrılmadan ona yemeğin  en temizini, en sağlıklısını sunmak adına elin,zden geleni yapıyorsunuz.  Sırf o mutlu olsun, morali bozulmasın,  olumsuz bir durum, kişi veya ilişki onun ruhunda derin yaralar açmasın  diye sevmediğiniz, içinde yer almak istemediğiniz  bir çok duruma göğüs gerebiliyor, bunları tolere edebiliyor ve en önemlisi de hayatınızın içinde tutabiliyorsunuz.  Hayatın akışı içerisinde onun büyümesini gururla izliyor, her başarısını bir  takdir, her başarısızlığını ise  bir cesaretlendirme, övgü  ile ona sunuyorsunuz. Günlerce, aylarca onunla birlikte stresli günler geçirebiliyor, yaşadığı , onu üzen, geren , mutsuz eden her ne varsa onunla birlikte yaşıyor, onunla birlikte bunları yüreğinizde taşıyorsunuz. Hastalandığında  nasıl ondan daha fazla hasta hissediyorsanız kendinizi, o  mutlu olduğu ve tamamen huzurlu olduğu anda da o denli iyi, keyifli ve coşkulu hissediyorsunuz.   Eve geç geldiği zaman  aklınızda kurduğunuz türlü türlü senaryolarla o an hayatı kendiniz için bir zindana döndürebildiğiniz gibi , yanınızda olduğu anlarda sizden daha mutlu bir insan daha yokmuş gibi içten içe bir delilik, huzur hali yaşayabiliyorsunuz.  Sıkıntınızı,hastalığınızı, ağrılarınızı, üzüntülerinizi  ona yansıtmamak için çok zor olsa dahi rol yapabiliyor, her şeyi içinize atabiliyor ve güçlü kalabilmeyi , sırf evladınız için bir kaya gibi sert, bir çınar gibi sağlam kalmayı becerebiliyorsunuz.  Hayatınızda almış olduğunuz bazı  kararları,  sırf onu bir şekilde etkileyecek diye yeniliyor ya da sıfırlayabiliyorsunuz. Belki öncesinde  yaşamış olduğunuz hayal kırıklıklarınızı anlatmıyorsunuz ona, sırf hayallerini gerçek kılsın, bir şekilde bir fırsat yaratsın, cesur olsun hayatta  , şevki kırılmasın, coşkusu, sevinci azalmasın diye. Onun size verdiği bir öpücükle dünyalar nasıl  sizin oluyorsa, yine aynı şekilde onun dokunduğu her hayata kendini, mutluluğunu başarısını ve enerjisini yansıtarak insanları mutlu etmesini de keyifle, gururla ve aşkla izleyebiliyorsunuz. Onun yaşadığı bazı zorlu süreçlerde ( sınavlar, ergenlik, ayrılık vs.) ondan daha fazla üzülüyor olduğunuzu sırf ona hissettirmemek adına ruhunuza atıyor, bir şekilde belki kendinizi hasta , huzursuz edebiliyorsunuz.  Karşılıksız bir şekilde onu seviyor,  onun elinden tutuyor, onunla saatlerce oyun oynuyor, sohbet edebiliyorsunuz. Bazen tartışıyorsunuz belki , onun sözleri, davranışları, tavırları ruhunuzu, canınızı  tıpkı bir gül dikeninin size  batması gibi canınızı yakıyor, içinizi  acıtıyor olmasına rağmen, her yeni günle birlikte doğan güneş gibi  her yeni gün onun yanında, önünde, arkasında durmaya devam ediyor, her zaman varlığınızı ve koşulsuz sevginizi ona hissettiriyorsunuz.   Siz .. Evet siz güzel anneler..
Ne yapsak , nasıl gönlünüzü alsak, sizi nasıl mutlu etsek tatlı anneler?Bunu konuşmak için saatlere, bunu ifade edebilmek için bir çok sayfaya ihtiyaç var, siz özel varlıklar, güzel yürekli kadınlar için..
Bu denli derin , harika  bir varlığa, size, ne alınabilinir ya da ne sunulabilinir?  Sadece bir parfüm mü alalım güzel kokun diye? Mutfak aleti mi alalım, bize güzel pastalar yapın diye? Ya da bir aksesuar, bir kıyafet ? Güzel gözükün diye.. Siz  zaten gülüşünüz , duruşunuz, cesaretiniz, kaya gibi sağlamlığınızla o kadar donanımlı ve tamsınız ki..  Sevgimizi versek, sonsuz bir aşkla.. Acaba daha çok mutlu edebilir miyiz sizi? Koskocaman  bir öpücük versek size, sizin  ruhunuzu okşayan. ..Elimizi versek size, kalbimizin sıcaklığı geçsin, bizden  bir parça olan yüreğinizle buluşsun ellerimiz diye.. Bizim için yaptığınız her türlü fedakarlığı, karşılıksız sevgiyi, şefkatiniz için güzel sözlerimizi , tatlı dilimizi versek size bugün ve bundan sonraki her an..  Güven versek gözlerimizle, hep orada,sizinle birlikte olduğumuzu hissedin diye.. Desteğimizi versek omuzlarımızla size , yaşadığınız  zorluklara siper olsun,yorulduğunuzda omuzlarımıza dayanın diye..Sarılsak ki öyle çok , kendinizi evinizde, huzurda hissedin diye.. Acaba sizi mutlu edebilir, hakkınızı ödeyebilir miydik?

Annelerimiz çok özel.  Değeri tarifsiz..Bugün Anneler Günü ve o sebeple tüm annelerin anneler gününü kutluyorum. Canım anneciğim,  Anneler Günü’n Kutlu Olsun, iyi ki annemsin, iyi ki hayatımdasın, iyi ki varsın!  Seni çok seviyorum.. Kızın İlksen :)


5 Mayıs 2013 Pazar

5 Mayıs 2013- Özgür Kocaeli Gazetesi -Makale



http://www.ozgurkocaeli.com.tr/makale/yesilin-gucu-128704.html

Yeşilin Gücü



Ne kadar güzel oluyor İzmit’imizin tam ortasını kaplayan heybetli, ahenkli, koskocaman  çınarlarımız bahar gelince öyle değil mi? Bakmaya doyamıyorum.. Ya da Eski Gölcük Yolu’nda kısa bir süre önce dikilmiş olmasına rağmen  artık iyice büyümüş olan ağaçlar.. Her sabah bakıyorum onlara , baktıkça içim açılıyor, yaşamı görüyorum orada nefes alan, gittikçe büyüyen ve  genişleyen..  Çok seviyorum  yeşili.  Huzur buluyorum, hayat buluyorum, nefes aldığımı hissediyorum, şükrediyorum.  Yeşil  “yaşamaktan”  türemiş olabilir mi acaba?  Ya da tam tersi. :)   (Aslında Eski İngilizce’de bu durum mevcut.  Yeşilin İngilizce’si olan “green” kelimesi   Eski İngilizce’de bir kelime olan “growan”  (şu andaki hali grow:büyümek, yetiştirmek, dönüşmek, gelişmek) ile çok yakından ilişkilidir.)
Yıllar yıllar önce, Uzakdoğu’da  başlanmış renk terapisi uygulanmaya. Renklerin insanlar üzerindeki etkilerinin bir hayli fazla olduğunu görmüş o zamanlarda yaşayanlar ve  renkleri  yerinde ve daha uyumlu kullanmaya karar vermişler  ve bu  da günümüze dek gelmiş.  Doğru kullanılan renkler hastalıkları, ruh halimizi, konsantrasyonumuzu, yemek yeme alışkanlıklarımızı, uyku düzenimizi ve daha bir çok farklı sorunu veya durumu değiştirebilir, iyileştirir. Bu açıdan renklerin gücünü bilmek ve bir şekilde hayatımıza yerleştirmenin gerçek anlamda önemli olduğunu düşünüyorum.
Yeşilden bahsederken bakalım yazar  Ted Andrews “Renklerin İyileştirici Gücü” kitabında “Yeşil” hakkında neler yazmış?
“….Yeşil dünyadaki en etkili renktir. Enerjilerimizi dengeler. Duyarlılığımızı ve şefkatimizi arttırmak için kullanılabilir. Özellikle vücudun iltihabi süreçlerinde rahatlatıcı bir etkisi vardır. Sinir sistemi için bir sakinleştiricidir. İçimizde arkadaşlık, umut, inanç ve barışı uyandırmak için kullanılabilinir. Aşırı yüklenmeden kaynaklanan zihinsel sorunları giderir ve dinlendiricidir.  Yeşil güçlü bir şekilde kalp çakrasına etki eder ve otonom sinir sistemini dengeler. Kalp hastalıklarında , yüksek tansiyonda, ülserde, bitkinlikte ve baş ağrılarında yeşilden yarar sağlanabilir…”
Aslında sadece bununla da sınırlı olduğunu düşünmüyorum. Yeşil ışık yandığında geçmiyor muyuz karşıdan karşıya?  Güven bana diyor yeşil, rahat ol, tehlike yok, inan bana.  Exit- Çıkış tabelaları da yeşil aslında, yani diyor ki buradan bir şekilde var çıkış sen sadece güven, takip et. :) Yeşil dengedir aynı zamanda tıpkı yediğiniz kebabın yanındaki yeşiller gibi. Haydi gülmeyin buna, gerçekten de öyle demiyor mu uzmanlar kırmızı et yiyorsanız mutlaka yeşillik de yemelisiniz diye. :) 
O zaman biraz yeşil  katalım hayatımızın içine  ama ne için? Biraz huzur, biraz denge, biraz sakinlik, biraz mutluluk, biraz motivasyon, biraz enerji, biraz bereket, biraz umut ve biraz dinginlik için..


Bir Hikaye

Sadece baharı, yemyeşil ağaçları sevmiyorum ben , yanlış anlaşılmasın  her mevsimi benim için ayrı özel.  Hepsinin farklı bir güzelliği, ahengi var. Doya doya yaşamaya gayret ediyorum hepsini .Aşağıdaki hikayeyi de  gerçekten güzel ve anlamlı  buluyorum  ve çok beğeniyorum . Sizlerle de paylaşmak istiyorum:



Dört Mevsim ve Önyargı



Bir zamanlar dört oğlu olan bir bilge kişi varmış. Çocuklarına acele ve erken karar vermemelerini ve önyargılı olmamalarını öğretmek için onları eğitmek istemiş. Her birini sırayla uzak bir yerde bulunan ağacın yanına gidip ona bakmak için göndermiş . İlk oğlan Kışın gitmiş, ikincisi İlkbaharda, üçüncüsü Yazın, sonuncusu ise Sonbaharda gitmiş.

Sonra bir gün hepsini bir araya toplamış ve ne gördüklerini sormuş bilge kişi.

İlk oğlan ağacın çirkin, yaşlı ve kupkuru olduğunu söylemiş.
İkinci oğlan, “Hayır yeşillikle doluydu ve canlıydı,” demiş.
Üçüncü oğlan başka fikirdeymiş, “Çiçekleri vardı ve kokusuyla görüntüsüyle o kadar muhteşemdi ki, daha önce hiç böyle bir güzellik görmemiştim,” demiş.

Sonuncu oğlan, hepsinin de haksız olduğunu ve ağacın meyvelerle dolu, canlı ve hayat taşıyor olduğunu bildirmiş.
Yaşlı adam oğullarına hepsinin haklı olduğunu söylemiş, çünkü hepsi farklı mevsimlerde bu ağacı görmeye gitmişlermiş.
Onlara; “bir ağacı veya bir insanı, kısa bir süre veya bir mevsim tanıdıktan sonra yargılayamayacaklarını,” anlatmış. Ya da neye sahip olup olmadıklarıyla değil

“Gerçekleri ancak sonunda, dört mevsimi de yaşadıktan sonra görürsünüz.
Eğer Kışın vazgeçerseniz İlkbaharın nimetinden olursunuz;
Yazın güzelliğinden ve Sonbaharın bereket ve bütünlüğünden de.
Bir mevsimin acısının, diğer güzel mevsimleri silmesine izin vermeyin.
Hayatınızı bir mevsim yüzünden yargılamayın. Unutmayın ki, ilerde şu anki zamanı arayabilirsiniz veya daha güzel günleri yaşamayı kaçırabilirsiniz".

 
Hepimiz,  başkalarını kendi yüreğimizde taşıdığımız biçimde görürüz.
Ralph Waldo Emerson