29 Nisan 2013 Pazartesi

29.04.2013 -Aytunç Bentürk Röportajı -Özgür Kocaeli Gazetesi


"Dünya Dans Günü Kutlu Olsun! :) "


Dünya SALSA Şampiyonu AYTUNÇ BENTÜRK ile Harika Bir Sohbet”





SEVGİYLE DANS EDİN..

Öyle bir yer düşünün ki tüm sıkıntılarınızı boş verdiğiniz, bazen kim olduğunuzu unuttuğunuz ve sadece o anda kaldığınız, aynı zamanda inanılmaz eğlendiğiniz ve gün içindeki tüm yorgunluğu , yoğunluğu geride bıraktığınız.. Ve öyle bir ekip düşünün ki size yeni bir şeyler öğretmek için var gücüyle çalışan ve bunu yaparken hiç bıkmadan usanmadan yapan.. Ve de öyle başarılı, muhteşem, mütevazi ve iyi  bir insan düşünün ki kendisi  defalarca Dünya Salsa Şampiyonu olmuş,  yarışmalarda bir çok önemli  dereceler almış, Türkiye’de dans adına inanılmaz güzel işler yapmış, dansın gelişmesine olanak tanımış ve  bir çok öğrenci yetiştirmiş  ve yetiştirmeye de devam eden bir kişi .. Evet .. Aytunç Bentürk’ten, bahsediyorum. :)
Gerçekten çok yoğun çalışıyorum.  Buna rağmen haftada iki günümü (hem de okuldan sonra :) İstanbul  Koşuyolu’nda bulunan Aytunç Bentürk Dance Academy’de (ABDA) geçiriyorum.  Öyle anlar oluyor ki hem fiziksel hem ruhsal olarak tükenmiş oluyorum, hatta oraya giderken pilim bitmiş oluyor ama inanır mısınız bana, oraya gidince her şey değişiyor.  Hani “anda” kalmak dediğimiz şey var ya yazılarımda hep bahsettiğim, işte tam da onu yaşıyorum orada . Sadece  müzik, dans, pozitif enerji  ve de gerçekten harika insanlar..Mutluluk.. Aytunç Bentürk ,  “Türkiye Dans Sporları Federasyonu Kurucu Üyesi”  ve aynı zamanda şu anda da “Eğitim Kurulu Başkan”lığını yapıyor. Kendisi gerçekten olduğu gibi biri , inanılmaz mütevazı, güler yüzlü ve gerçekten  şanslıyım ki onun okulunda, Aytunç Hoca’dan ve yine aynı şekilde  çok değerli  diğer hocalardan salsa dersleri alıyorum. Bu arada eklemeden geçemeyeceğim ABDA Türkiye’nin tek ISO 9001 Belgeli dans okulu. :)
Aytunç Bentürk ile yapmış olduğum bu harika röportajı da sizlerle paylaşmaktan mutluluk duyuyorum. Ta-ta-ta-tammm işte hocaların hocası  Aytunç Bentürk!!

- Aytunç  hocam dansa nasıl başladınız, bundan biraz bahsedebilir misiniz?
Dansa çocuk yaşlarda başladım. Ailem dansla iç içe olan insanlardı. Her hafta sonu  muhakkak bir araya gelir, toplanırdık. Bu buluşmalarda annemin, babamın, amcalarımın, yengelerimin, hatta dedemin de buna  dahil olmak üzere danslarını görüp çok etkilenirdim  ve ondan sonra da dansçı olmaya karar verdim. Tabi o sıralarda da  okul devam ediyordu .


-Peki dansı  profesyonel olarak yapmaya nasıl karar verdiniz
 Sonradan Tolga Han’ın televizyonlar ve yarışma programları için yetiştirmek üzere dansçılar aradığını öğrendim. Ben de oraya başvurdum , yüzlerce kişi arasından 3 kişi seçiyorlardı ve 3 kişiden biri de ben oldum ve bu şekilde profesyonel dans hayatım başladı. Tolga Han ile birlikte turnelere çıktık, Komedi Dans Üçlüsü’nü Türkiye’de ilk olarak biz kurduk.  Tolga Han’la beraber çalışmaya başladıktan sonra orada dans eden  insanları gördüm ve bu çok hoşuma gitti. Dans eden insanların üzerindeki mutluluk, heyecan, hevesi gördüm ve kendi kendime ben dansçı olmalıyım dedim. Zaten çok istiyordum ve çocukluğumdan itibaren de dansla iç içeydim, okulda, sokakta, her yerde dans ediyordum, ondan sonra da  karar verdim ve benim mesleğim bu olmalı dedim ve bu şekilde başladım.

Dans ederken kendinizi nasıl hissediyorsunuz?
Dans ederken kendimi bulutların üzerindeymişim gibi  hissediyorum, mutlu oluyorum, hiçbir şey düşünmüyorum, ne kadar sorun olursa olsun, ne kadar sıkıntı olursa olsun  dans ederken bunların hiçbirinin farkına varmıyorum. Tamamen kendini soyutluyor insan ve başka bir dünyaya geçiyor dans ettiği süre içerisinde. Dans ederken kısacası dünyanın en mutlu, mesut, bahtiyar insanı ben oluyorum.


“ABDA” Özel Bir Yerdir
“Aytunç Bentürk Dance Academy” (ABDA) isimli bir dans okulunuz var, burada ne gibi eğitimler veriliyor, çalışmalar yapılıyor?
ABDA’da  bütün dans eğitimleri var. Halkoyunları, hip hop, reggaeton,çocuk sınıfı,  jimnastik, bale,oryantal, Sosyal Latin Dansları, Sportif Latin Dansları, Tango.. Aklınıza gelebilecek dansla ilgili her şeyi bu okulda bulabilirsiniz ve bu okula gelen herkes de inanın benim dans ederken hissettiğim mutluluğu aynı şekilde hissediyor, o yüzden burası çok özel ve güzel bir yerdir.
-Buna ben de kesinlikle katılıyorum, burasının çok farklı, güzel  bir enerjisi var.
Aynen öyle, burası  okuldan ziyade bir klüp havasındadır. İnsanlar işinden , okulundan çıkar ve dersleri olmasa bile buraya gelirler, vakitlerini burada geçirirler. Tavla , satranç oynarlar, muhabbet ederler, yemek yerler, arkadaşlarıyla burada buluşurlar. O nedenle de “Aytunç Bentürk Dance Academy” gerçekten özel bir yerdir.
Dansa her yaşta başlanabilir mi ?
Ben dansın yaşı, boyu, tipi, kilosu olduğuna inanmıyorum. Benim şu anda 70 yaşında da,  4 yaşında da öğrencim var. Dolayısıyla dans için yaş, tip veya kilo hiç önemli değil. Kişi dansa istediği yaşta, kiloda başlayabilir, hiç fark etmez. Yeter ki insan istesin, istedikten sonra bunların hiç önemi yok. Çünkü dansa başlamanın belirli bir  yaşı yoktur, artık ben bu saatten sonra dans edemem diye bir şey olduğunu düşünmüyorum.  Benim 74 yaşında bir öğrencim var ve çok da güzel dans ediyor ve de erkek. Bilirsiniz bayanlar için dans biraz daha kolaydır, erkeklerde biraz daha zordur  fakat inanın bu öğrencimiz 74 yaşında, erkek  ve de gerçekten çok iyi dans ediyor.
Dans İnsanı Geliştiriyor
Son yıllarda dansa daha fazla ilgi duyulmaya başlandı . Özellikle programlar ve  yarışmalarla birlikte dansa olan ilgi arttı. Bunun hakkında ne düşünüyorsunuz?
Televizyondaki yarışmalar şu açıdan yararlı oldu, insanlar dansı eskiden çok fazla bilmiyorlardı, hatta belki dansın kötü bir şey olduğunu zannediyorlardı. Ama sonra gördüler ki aslında dans spor ve sanatın birleşiminden  meydana gelmiş , müzikle yapılan bir olgu. Müzik ruhun gıdası zaten. Dans bir yaşam tarzı  ve artık o televizyon programları sayesinde insanlar dans kurslarına gelmeye başladı. Yine aynı şekilde  veliler çocuklarını dans  kurslarına yazdırmaya başladı. Çünkü dans insanı geliştiriyor, özellikle çocukluktan itibaren özgüven, rahatlık sağlıyor, karşı cinsle konuşurken çok daha rahat oluyor, kendi işleri çok daha rahat gidiyor, okulda daha başarılı oluyor. Dans insanı tamamen değiştiriyor. O yüzden televizyon programları bizim için çok yararlı oldu, artık insanlar rahatlıkla bu okula dans etmek için, sanat yapmak için , spor yapmak için geliyorlar. O nedenle ben programlara minnettarım. Ve eminim ki bütün dans okulları da böyle düşünüyor.

Bu tür yarışmalara ne gibi katkınız oldu?
Televizyondaki  bütün yarışma programlarına katkım oldu, hepsinde parmağım var. Bütün dans yarışmalarında bulundum, jüri üyeliği yaptım, kareograflık yaptım, dansçıların orada bulunmasını sağladım, hepsine bir katkım muhakkak oldu. Şu anda da Benzemez Kimse Sana’da kareografi yapmaya  devam ediyorum.


Dansı Sevgiyle Yapın
Dünyanın en iyi 100 dansçısından biri olarak gösteriliyorsunuz ve gerçekten de Türkiye’de dans deyince akla ilk gelen isimlerden birisiniz.  Başarının sırrı sizce  nedir ? Bu anlamda dansı öğrenmeye yeni başlayanlara ve öğrencilerinize ne gibi tavsiyeler verebilirsiniz?
Dans etmelerini şiddetle tavsiye ederim, öğrencilerin, çocukların, büyüklerin. Fakat bu dansı hırsa çevirmemeleri gerekiyor. Ben en iyiyim, en iyisi olacağım, benden iyisi yoktur diye   düşünmemeleri  gerekiyor. Dansı sadece sevgiye yaparlarsa başarıya ulaşabilirler. Onun haricinde asla ve asla gerçek başarıyı yakalayamazlar. Bunun dışında öğrencilere bunu bir meslek olarak seçmelerini önermiyorum. Henüz önermiyorum aslında, çünkü şu anda daha o kadar ilerlemedi Türkiye.  Meslek olarak mantıklı bir seçim olmaz, çünkü ne zaman ne olacağımız belli değil. En ufak bir kriz, deprem, bir savaş söylentisi önce bizi etkiliyor.  Meslek olarak seçilecek bir durumda değiliz fakat yan iş, ikinci meslek ,boş zaman değerlendirme veya spor olarak yapılabilinir, bunu kesinlikle öneriyorum. Buna ek olarak   mühendislik okumuş, master yapan bir kişinin sonra bir dans okulu açmasına da karşı olduğumu söylemek isterim. Bunu yapmamalarını öneriyorum.Çünkü bizim her şeyimiz vücudumuz . Diyelim ki Allah korusun kolun veya bacağın kırıldı bir şekilde oturarak masa başında işine devam edersin fakat  dansta öyle değil, bunlar olduğu zaman bittiğin andır. O yüzden başka bir meslek olacak , dans da ikinci bir meslek olarak yapılacak. Çünkü zaten bizim işimiz genelde iş çıkışı , akşam saatlerinde oluyor,dolayısıyla normal çalışan bir insan da işten çıktıktan sonra gelip  dans eğitmenliği yapabilir. İkinci meslektir bu, herhangi olumsuz bir durum olsa da diğer taraftan maaşını almaya devam edeceği için sıkıntı yaşamayacaktır. Meslek olarak önermiyorum fakat diğer her şey için öneriyorum.


Dans Hayatınızın Akışını Değiştirir
Kesinlikle katılıyorum Aytunç Hocam , öyle ki insan kim olduğunu bile unutuyor dans ederken.
Aynen öyle, bir kere hayatının akışı bile değişir insanın dans ettiği sürece. Öyle çok insan gördüm ki sokakta bile  önceden  düzgün yürüyemeyen fakat dans sonrası çok değişenler. Konuşmayı bilmeyenler  fakat dans sonrasında inanılmaz değişim gösterenler, burada çözülenler. Hatta bir keresinde hiç yemek yemeyen  bir çocuğumuz vardı  ailesi buraya getirdi, çocuk burada şişmanlayıp gitti. Yine aynı şekilde hiç konuşmayan bir çocuk vardı , şimdi çocuk bülbül gibi şakıyor.  Bu tarz değişimleri çok net görebiliyorsunuz. İnsanın hayatı değişiyor, insanın oturması, kalkması, yemesi ,içmesi değişiyor. Dans bunları yüzde yüz etkiliyor çünkü. Dans değiştirir, güzel yönde değiştirir.
Bir çok insanın hedeflediği, başardığı bir konumdasınız. Bütün hayallerinize ulaştınız diyebilir miyiz?
Aslında hayallerime ulaştığımı söyleyebilirim. Hep bir dans okulum olsun istemiştim, oldu. Dünya yarışmalarında iyi bir sonuç getireyim, ülkemi tanıtayım istemiştim, bu da gerçekleşti. Hayal ettiğim bir çok şeyi başardım.  Bunun ötesinde bir dansçının başka hayali nedir? Öğrencilerinin de aynı başarıları  yakalamasıdır . Aslında bunu da yavaş yavaş yakaladık.  Bir öğrencim olimpiyat şampiyonu oldu,  bir öğrencim dünya şampiyonu oldu, dünya şampiyonalarına katılıyor. Bunun da sürekliliğini sağlayabilirsem benim için olmuş en güzel şeylerden bir tanesi olacaktır. Daha da ne isteyeyim yani hayattan. :) İstediğim her şey gerçekleşti.

Dans dışındaki Aytunç Bentürk’ü bize anlatır mısınız?
Aytunç Bentürk spor yapar,  sinemaya gitmeyi çok sever, film izlemeyi çok sever. Hatta öyle ki sinemadan sonra eve gelip evde de film izleyebilir.
Hangi tür filmleri seversiniz?
Genellikle vurdulu kırdılı,  savaşlı, actionlı, bol aksiyonlu filmler benim için idealdir. Fantastik , tarihi fantastik filmlere bayılırım , bilim kurgu filmlerini çok severim. Playstation çok oynarım, oyun oynamayı çok severim, oyunun her türlüsünü çok severim. Bu bir çocuk oyunu da olabilir, tavla da olabilir. Playstation oynarken de çok başka bir dünyaya gidiyorum, hiç bir şeyi düşünmüyorum,  sadece oyuna konsantre oluyorum. Kısacası neşeli, eğlenceli, arkadaşlarıyla olmayı seven birisidir Aytunç Bentürk.
Dünyada beğendiğiniz dansçılar kimler?
Michael Jackson tabi ki ilahtır, ondan sonra Madonna gelir , onun  danslarını çok severim. Benim dönemimde Paula Abdul vardı onu çok beğenirdim. Şimdi  ise Jennifer Lopez’i beğeniyorum. Salsa’da  Juan Matos, Johnny Vasquez , Louis Vasquez, Francesco Vasquez.Eddie Torres tabi ki kendisi kraldır. Eminim ki onlar da beni beğeniyorlardır . Michael Jackson’ı bilmiyorum tabi ama. :))



2-3 Mayıs’ta Ekibimle Birlikte İzmit’teyim
İzmit hakkındaki düşünceleriniz? İzmit’i nasıl tanırsınız?
İzmit’e çok sık gelirim, orada arkadaşlarım var. Kocaeli Üniversitesi’ne çok gelirim. Onun haricinde İzmit’in fuarını bilirim.Tolga Han’dayken fuara gelirdik.  İzmit demişken 2-3 Mayıs’ta Kocaeli Üniversitesi  Dans Topluluğu’nda olacağım ekibimle birlikte. Bir workshop düzenleyeceğiz.


Peki son olarak eklemek istediğiniz bir şey var mı?  
İnsanların sevgiyle dans etmelerini istiyorum, severek dans etmelerini istiyorum. Dansı kine, hırsa döndürmeden, sadece mutlu olmak için dans etsinler, o zaman zaten başarı onları yakalayıp götürüyor . Ve eminim ki bir gün dans eden herkesle  bir gün bir yerde karşılaşacağım, bunu da biliyorum. :)




Tel: 0216 545 35 16-17-18

28 Nisan 2013 Pazar

                      http://www.ozgurkocaeli.com.tr/makale/rastlantilar-tesadufler-ve-hayat-128029.html


28 Nisan 2013- Özgür Kocaeli Gazetesi Makale


Rastlantılar, Tesadüfler ve Hayat






1998 Yapımı “Sliding Doors- Rastlantının Böylesi” adlı filmi izlediniz mi? Başrolünü Gwyneth Paltrow ve John Hannah’nın  paylaştığı  ve hayattaki anlık seçimlerimizin , bazen düşünerek bazense düşünmeyerek verdiğimiz kararların veya tamamen o anlık gelişen herhangi bir durumun  aslında tüm hayatımızı nasıl etkilediğini anlatan ve beni izlediğim zaman gerçekten etkilemiş, güzel  bir film. Öyle ki bazen yaptığımız saniyelik bir seçim, işe farklı bir yoldan gitmek, günlük rutin işlerimizden birisini hayatımızdan çıkarmak veya tamamen yeni bir şey denemek gerçek anlamda  hayatımızda büyük değişimlere neden olabiliyor.  Tıpkı benim başıma geldiği gibi.. :)
Yaklaşık  1 buçuk ay önce  katıldığımız ,İngilizce Öğretmenleri’ne yönelik  bir seminerde yapılan bir çekilişle başladı her şey.  Arkadaşımla,  Aytunç Bentürk ve ekibinin  sahnedeki dans gösterisinden inanılmaz etkilenmiştik ve hatta öyle ki kursa gitmeliyiz,  dansa başlamalıyız diye kendi kendimize konuşmuş, bir şekilde plan yapmıştık.  Büyülenmiş gibiydik. Gösteri sonunda , çekilişle iki kişiye dans kursu  hediye edileceği söylendi. Heyecanla beklemeye başladık ve numaralar söylendikçe heyecanımız daha da artıyordu çünkü evet inanamayacaksınız ama o kursu kazanan numaralar bizdeydi.. İnanamadık, şaşırdık, sevinçten havalara uçtuk.. :) Dünyanın en mutlu iki insanı o an sanki bizdik, dünya durmuş gibiydi. Çünkü çok istediğimiz bir şey aniden gerçek oluvermişti hem de inanılmaz güzel bir fırsatla, güzel bir başlangıçla..
Sonra, kursumuz başladı ve  haftada iki gün Aytunç Bentürk Dance Acedemy’ye  gitmeye,ve Aytunç Bentürk ve ekibinden salsa dersleri almaya  başladık. Yaşadığımız mutluluğu size tarif edemem, çünkü o an gerçekten insan her şeyi unutuveriyor, müzik sizi alıp bambaşka bir yere  götürüyor.. Demek istediğim şey şu ki o gün ,  o an,  o seminerde bulunmamız, çekilişteki sayıların bizim biletimizde çıkması bizim hayatımızda yepyeni bir kapı açtı. Lise yıllarında dans ile tanışmış biri olarak şu an yaşadığım şeyi kelimelerle ifade edemem, bambaşka bir mutluluk yaşıyorum. Çünkü tam anlamıyla istediğim bir şeyi, istediğim şekilde deneyimlemek beni  ayrı mutlu ediyor.
Öyle bir an geliyor ki, şaşırıyoruz.. Halbuki  o kadar açık  ve basit ki her şey . Bizim “tesadüf” diye nitelendirdiğimiz fakat aslında  önceden düşlediğimiz, istediğimiz   bir çok şeyin bir anda “gerçek” oluverdiği bir dünya var içinde yaşadığımız.. Sadece farkında değiliz çoğu zaman..  O nedenle düşüncelerimize, sözlerimize, dileklerimize,dualarımıza  dikkat edelim. Güzel şeyler isteyelim, düşleyelim, hem kendimiz hem başkaları için..
Öyle bir an olur ki hepsi gerçek  olabiliyor.. :)





Poşet Çay
Bugün dünyada  100. Yaşını dolduran poşet çay da bir tesadüfle ortaya çıkmış.. Sizlerle paylaşmak istiyorum.
“Bundan yüz yıl kadar önce, New Yorklu kahve tüccarı Thomas Sullivan çay ticaretine girişmiş.Ama işler pek iyi olmadığından biraz tasarruf yapayım diye düşünmüş ve çayını tanıtmak için muhtemel alıcılara yolladığı eşantiyonlardan kısmaya karar vermiş.Çayı, eski usul bol bulamaç, torbalara doldurup yollamak yerine küçük miktarlarda, minik ipek poşetlere koyarak yollamaya başlamış. Ama alıcılar Sullivan´ın bu tasarrufunu yanlış anlamış. Poşetleri kesip içindeki çayı demliğe koymaları gerekirken, poşeti olduğu gibi demliğe atıvermişler.Sullivan´ın icadı Amerika´da kısa zamanda tutulmuş. Çay tiryakileri kitleler halinde poşet çay almaya başlamış . Ve ipek poşet de 1930´da yerini kağıda bırakmış.”





Güzel Bir Hikaye

“Bir Çocuk, Bir Rüya”

 

Bir sınıf öğretmeni, çocukların uykuları üzerine bir araştırma yapıyordu. Rüya görmenin insan ruhunu ne kadar rahatlattığını ve onlar için ne kadar gerekli olduğunu belirttikten sonra:
- Söyleyin bakalım!. dedi. Bu gece ne gördünüz?
Çocuklar, tek tek el kaldırarak rüyalarını anlatmaya başladılar. O haftaki rüyaların bir çoğu, üç gün önce meydana gelen korkunç tren kazası ile ilgiliydi. Bir de, cinnet geçiren bir emeklinin, karısı ve çocuklarını yol ortasında bıçaklaması ile...
Öğretmen, arka sıralarda oturan bir öğrencinin el kaldırmadığını görünce, ona doğru yaklaşıp:
- Hayrola!. dedi. Yoksa sen hiç rüya görmüyor musun?
Küçük çocuk, yanakları pembeleşirken:
- Elbette görüyorum!. diye gülümsedi. Ama benim rüyalarım çok farklı.
- O zaman, gördüğünü anlat!. dedi öğretmen. Aynı şeyleri görmen gerekmiyor.
Küçük çocuk:
- Ben, dedemle birlikte gittiğim balık avını gördüm!. dedi. Köyümüze yakın olan derede idik. Ve koca bir balık tutarak eve götürdük.
Öğretmen, yaptığı çalışmayı, bir sonraki dersinde de sürdürdü. O hafta görülen rüyaların büyük bir çoğunluğunda, petrol zengini bir ülkenin bombalanması sırasında ölen yüzlerce çocuk vardı. Diğer rüyalar ise, meşhur bir şarkıcının ayağından vurulması ve iş adamlarından birinin kaçırılması ile ilgiliydi.
Öğretmen, arka sıradaki öğrencinin bu sefer de el kaldırmadığını görerek yanına gitti ve ona ne rüya gördüğünü sordu.
Küçük çocuk, dışarıdaki karlı dağlara bakıp:
- Geçen hafta bir çok kuzumuz doğdu, dedi. Rüyamda onları, dağın yamacındaki pınara götürmüştüm. Bu arada çiçeklerle konuşup, gökyüzündeki kuşlarla yarıştım. Onlar gibi uçuyordum havada.
Öğretmen, araştırmasını biraz derinleştirdiğinde, çocuğun diğer kardeşlerinin de aynı türde rüyalar gördüğünü öğrendi. Hatta dedesi bile, onlar gibiydi.Sonunda merak edip:
- Hep bu türden rüyaları görmeniz çok harika! dedi. Rüyaların sanki birer film gibi. Yoksa bunun için bir formül mü var?
Küçük çocuk:
- Bilmiyorum öğretmenim!. diye gülümsedi. Sanırım televizyon alamayacak kadar fakir olduğumuz için bu rüyaları görüyorum. 

21 Nisan 2013 Pazar

21 Nisan 2013 - Özgür Kocaeli Gazetesi - Makale


Çocuk Kalmak..
 



Hedefe yalnız çocukları yetiştirmekle ulaşamayız! Çocuklar geleceğindir. Çocuklar geleceği yapacak adamlardır. Fakat geleceği yapacak olan bu çocukları yetiştirecek analar, babalar, kardeşler hepsi şimdiden az çok aydınlatılmalıdır ki, yetiştirecekleri çocukları bu millet ve memlekete hizmet edebilecek, yararlı ve faydalı olabilecek şekilde yetiştirsinler! Hiç olmazsa yetiştirmek lüzumuna inansınlar! Okullardan başka; gazeteler, küçük dergiler köylere kadar yayınlanıp dağıtılmalıdır. Bizim köylümüz ne gazete ne dergi v.s. okumaz. Bilenler bilmeyenleri toplayıp, okutmayı, onlara okumayı anlatmayı bir vazife bilmelidir.

 Mustafa Kemal Atatürk

O kadar özel ki hepsi benim için.. O kadar çok seviyorum ki onları.. Çocukları.. Çok çok çok hem de.. Her gün yeni bir şey öğreniyorum onlardan. Günlük hayatta  önemsemediğimiz, bazen atladığımız bir çok ayrıntıyı öyle bir fark ettiriyorlar, bir şekilde anlatıyorlar ki ..Ah bir de her şeyden önce sevgi, o saf, tertemiz, karşılıksız sevgileri yok mu…
8 Yaşındaki güzel  öğrencilerime aşağıdaki dört soruyu sordum. İşte cevaplar..  Nasıl tatlılar, nasıl içtenler.. Bakın bakalım neler demişler.:)



1-      Nasıl bir dünyada yaşamak isterdin?

Temiz bir dünyada..
Kavga olmayan bir dünyada.
Temiz, rengarenk ve perili.
Evcil ejderhalarla.
Temiz, herkesin dürüst olduğu, sağlıklı bir dünyada.
Danslı ve dersli bir dünya.
Temiz bir dünyada tatlı ve güzel öğretmenim İlksen KOBAK’la yaşamak isterdim.
Temiz kokan  bir dünyada.
Temiz, güzel ve hep gülerek yaşamak isterdim. Amerika’ya benzemeli, hayvanlara özel bir barınak olmalı.
Güzel ve hamburger evleri olan bir dünyada.
Hayvansever ve sıcakkanlı insanlar ile.
Temiz ve iyi bakılan bir dünyada.
Her yerin tertemiz insanlarla ve mutlu ağaçların ve hayvanların olduğu bir dünya isterdim.
Temiz bir dünyada yaşamak.
Hayvanları seven bir sürü okyanusu ve ormanı olan mutlu bir yaşamda.
Güzel bir dünyada.
Her yeri dondurma olan bir dünyada.
Prensesli bir dünyada.
Rahat bir dünyada.
Uzayda.
Çikolatalı.
Pastalı ve çikolatalı bir dünyada.
Aypet(!) ve bilgisayar dolu bir dünyada.
Oyun dünyasında.
Yaşanabilecek bir dünyada.
Dondurmalı bir dünya.
Sıcak ve huzurlu bir dünyada.
           
2-      Ne gerçekleşse daha çok mutlu olurdun?
Kavga edilmezse.
İstediğim bir şey olduğunda daha mutlu olurdum.
Sihirli olsaydım.
Ejderhalara binsem.
Herkes sağlıklı olursa.
Derslerimden 100 alsam ve biri bana güzel bir şey yaparsa.
Eğer benim tatlı ve güzel öğretmenim İlksen Kobak’la yaşasaydım , dünyanın en  mutlu insanı ben olurdum.
Bir hayvanım olsa daha mutlu olurdum.
Odamda bir lego şehri olsaydı.
Bir kız kardeşim olsaydı.
Bir atım ve çiftliğim olsaydı
Temiz bir yerde yaşasaydım.
Binalar yerine ağaçlar olsa daha mutlu olurdum.
Ada ile arkadaş olabilseydim.
Bir atım olsa, bolluk bereket , bir sürü kitap, oyuncak askerlerim olsa, bilim adamı olsaydım, yani kısacası durumumuzun iyi olması.
İstediğim şeyler olsaydı.
Günde 10 kere dondurma yersem.
Atatürk olsaydı.
Her gün hediye alsaydım.
Müdür olsaydım.
Kardeşim olsaydı.
Futbol topum olsaydı.
Her dükkanda pizza satılsaydı.
Atlama ipim olsaydı.
Annem bana pasta alsaydı.
+20 puan alsaydım.
Herşey bedava olsaydı.

3-      Sana göre sevgi nedir?

 Saygıdır.
Sevgi bir yaşamdır.
İnsanların sevilmesidir.
Sevgi aşktır.
Herkesin birbirini sevmesidir.
Bana göre iki sevgi vardır birisi arkadaş sevgisi, ikincisi aşk.
İnsanları sevmek çok iyi bir şeydir.
Bana göre sevgi fedakarlık yapmaktır.
Bana göre sevgi aile arasındaki ilişki veya arkadaşlar arasındaki ilişki.
Mutlu bir yüz ve mutlu bir arkadaş ve de aşk!
Mutlulukla dolu bir dünya
Sevince iyi geçiniriz.
Bana göre sevgi mutluluk, huzurlu bir ortam demektir.
Mutluluk dolu bir dünya
Mutlu olup , birbirimize iyi davranırsak. Ayrıca aşk başka, sevgi başka bir şey..
Aşktır.
Aşktır.
Bir candır.
İlgidir.
Birini merak etmektir.
Sevilmektir.
Sarılmaktır.
Cevap yok. (Neden diye sorunca , ayıp öğretmeniiiim dedi!!!)
Babamın gelmesidir.
Sevgi bana göre mutluluktur.
Birine karşı anlayışlı olmaktır.
Sevgi sarılmaktır.


4-Kendini en çok ne zaman iyi hissedersin?
Madalya alınca.
Havam ve dünyam temiz ve rahatlatıcı olduğunda.
Sihirli olsaydım ve perili bir dünyada yaşasaydım.
Ailem ve arkadaşlarımla olunca.
Ailemin yanında olunca, Azra (arkadaşı) benim yanımda olunca.
Ailemle olunca ve okuldaki arkadaşlarımla, öğretmenlerimle  olunca .
İngilizce dersi olduğu zaman.
Ailemle gezmeye gittiğimde.
Kendimi en çok yılbaşı gibi özel günlerde iyi hissederim.
İlksen Öğretmenim bize geldiğinde.
Kendime güvendiğimde.
Bir iyilik yapınca ben de iyilik ederim ve kendimi iyi hissederim.
Kendimi en çok  arkadaşlarımla mutlu hissederim.
Birisi bana iyi davranırsa.
Bazen kendime güvendiğim zamanlarda, büyüüüüüük bir ansiklopediyi bitirdiğimde, madalya aldığımda, ailemin yanında vakit geçirdiğimde,zor bir bilim sorusu çözdüğümde, kitap okuduğumda, hentbol oynadığımda, bunun gibi güzel zamanlarda. Kısacası sevdiğim şeylerle olduğumda.
Ailemle olduğumda.
Arkadaşlarımla olduğumda.
Her gün.
Ailemle birlikte.
Ailemleyken.
Mert’le oynarken.
Anne ve babamın yanındayken.
Aypetle(!) oynarken.
       Arkadaşıma gıcık olmadığımda.
Arkadaşlarımla ödev yaparken.
Oyunlarda yeni adamım olunca.
Arkadaşlarım yanımda olunca.


İşte böyle.. İstedikleri şeylere bakın, bazen bir atlama ipi, bazen bir dondurma ve bazen de  ailesiyle geçirebileceği  bir zaman..Ne kadar basit, ne kadar kolay..  Sadece dinleyelim, anlayalım ve her zaman hatırlayım bugünün çocukları  yarının büyükleri demek.. Ne kadar mutlu,  sevgi dolu, kendisiyle barışık,hoşgörülü,  özgüvenli, pozitif çocuklar yetiştirirsek o denli sağlam olacaktır yarınlarımız, geleceğimiz.  Gerçekten o kadar duyarlı öğrencilerim var ki benim, ayran içmek istemediğimde öğretmenim merak etme TSE damgası var, rahatlıkla içebilirsiniz diye bana ayran getiren!! :) , yorgun olduğumu hissedip  bana sarılan, sürpriz yapan,  sürekli mektup yazan, beni teselli eden ,paylaşmayı bilen, eğlenmeyi çılgınca seven.. Ve hayattan inanılmaz keyif alan..
Sonradan örülüyor o duvarlar, sertleşiyor, kalınlaşıyor  sınırlar..  İzin vermiyoruz çünkü çocukça, safça kalmasına hiç kimsenin, kendimiz de dahil olmak üzere.. Hep kalıplara, belli sınırlara sokuyoruz kendimizi, herkesi..   Sevginizin üzerini örtüyoruz,kapıyoruz görünmesin diye.. Büyüdükçe, zaman geçtikçe..Kim olduğumuzu unutuyoruz hep belli kurallara uyalım diye.. Kalalım biz de öyle saf, temiz, güzel..  Çocuk gibi kalalım.. Çocuk olalım..

23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’mız Kutlu Olsun!

14 Nisan 2013 Pazar

                                       http://www.ozgurkocaeli.com.tr/makale/baris-126779.html


14 Nisan 2013 Tarihli Gazete Yazım



 BARIŞ..





Okulumuz “Özel Conkbayırı Koleji”  olarak bu yıl 2.sini düzenlediğimiz “Yabancı Dil Gecesi“için seçtiğimiz tema “Barış” oldu. Yabancı Dil Gecemiz için  İngilizce ve İspanyolca oyunlar ve danslarla renkli bir program hazırladık ve oyunlarımızın içeriğini “barış” temasıyla doldurduk. Shakespeare’in Romeo&Juliet’ini,  Dickens’ın Yeni Yıl Şarkısını, Andersen’ın Kral Çıplak’ını, Pyle’ın Robin Hood’unu aldık ve ana temamızla özdeşleştirmeye çalıştık. Oyunlarımızda karakterlerimiz gerek kendileriyle gerekse başkalarıyla olan  barışı anlattılar.  Gerçekten çok başarılı  bir program oldu, zümre ve diğer öğretmen arkadaşlarımla birlikte harika bir iş ortaya çıkarttık , herkese gönülden sevgiler ! :)
Gelelim konumuza.. Evet barış.. Hatırlayalım.. İlk olarak ne yapmamız gerekiyordu? Kendimizden başlamak. :) Kendimizle barış halinde olmak, kendimizi sevmek, kendimize karşı hoşgörülü olmak ve sonra bunu zaten etrafımıza da yaymak..  Bakalım “Türk Dil Kurumu”na göre barış neymiş :Uyum, karşılıklı anlayış ve hoşgörü ile oluşturulan ortam”  Ne kadar açık değil mi ? Hepsi birbirine bağlı aslında.. Uyum, anlayış, hoşgörü..
Her şey bizden başlıyor , öyle değil mi? Barış mı istiyoruz, biz kendimizle barış halinde olacağız. Saygı mı istiyoruz biz öyle davranacağız.  Güven mi istiyoruz, biz önce güvenilir olacağız.
Bundan öte de bazen maalesef istiyoruz ki bizim istediğimiz gibi olsun her şey.. Bu yüzden belki tavır alıyoruz eşimize, arkadaşımıza veya sevgilimize.. İstiyoruz ki mesela bizim istediğimiz renge boyansın ev, bizim istediğimiz müzik çalsın, bizim istediğimiz şekilde davranılsın bize. Böyle olmadığında çatışıyoruz önce kendimizle sonra karşımızdakiyle, kızıyoruz, öfkeleniyoruz,içimiz içimizi yiyor, mutsuz ediyoruz kendimizi boş yere.. Yapamayız ki.. Her şeyi istediğimiz gibi şekillendiremeyiz ki.. Kontrol etmek istiyoruz, kontrol altına almak, müdahale etmek.. Bir şekilde kalıplara sokuyoruz, iyi ya da kötü,  olmuş ya da olmamış diye.  Ne kadar yorucu değil mi? O içimizde bizi yiyip bitiren hırslarımız, egomuz bizi ne kadar da kalıplaştırıyor, kafese sokuyor, belki de bir fanusa ya da sonsuz bucaksız bir labirente.. Bir giriyoruz içine , nefesimiz kesiliyor, kendimizi başka bir yerde görüyoruz, mutsuz oluyoruz, yüzümüzü asıyoruz, canımızı sıkıyoruz.. Ne gereği var? Niçin yaşayalım ki bunu? Daha doğrusu bu zor durumu? Belki öyle olması gerekiyordur, belki  o şekilde- yaşanılan herhangi bir olumsuz(!) durumdan bahsediyorum- sonuçlanması gerekiyordur. Biliyor musunuz o sonuç belki başka bir kapı olacak ?  Belki  yeni bir nefes , belki yeni bir heyecan ,belki yeni bir şans, belki yeni bir öğreti, belki yeni bir farkındalık ? Bilebilir miyiz önceden , yani yaşayıp görmeden? Ama acele ediyoruz , öyle değil mi? Hemen tepki veriyoruz, müdahale ediyoruz..

Serbest bırakalım, bırakalım ki aksın hayat.. olduğu gibi, ne oluyorsa..İpleri bırakalım, düğümleri salıverelim, rahat bırakalım..  Olaylara, koşullara bağlanmayalım.. Yağmur mu yağıyor, keyif alalım mesela. :) Fırındaki kek mi yandı, tamam üzülmeyelim yenisini yapalım yeniden aynı hevesle, aynı heyecanla, hatta belki daha fazlasıyla . :)  Sadece yaşayalım.. ne varsa.. olduğu gibi .. ;) Aksın hayat.. Gülümseyerek, kabul ederek ve de hoş görerek  herkesi,her şeyi , her koşulu.. Barış içinde ve uyumla..  Hadi bakalım! :)




“Ömrünüzdeki sayılı günlerden bir tekini yaşanmamış sayalım. Kaderinizin akışı kim bilir ne kadar farklı olurdu? Bu satırları okurken bir an durun, yaşamanızı saran o uzun zinciri düşünün. İster demirden olsun, ister altından, ister dikenden olsun. O sayılı günlerden birini yaşamayıp da ilk halkası meydana gelmeseydi, bu zincir belki de hiç örülmezdi.” 

Charles DICKENS




  

   Bir Öykü..
İKİ SİMGE

Yaşlı kızılderili reisi kulübesinin önünde torunuyla oturmuş, az ötede birbiriyle boğuşup duran iki kurt köpeğini izliyorlardı. Köpeklerden biri beyaz, biri siyahtı ve on iki yaşındaki çocuk kendini bildi bileli o köpekler dedesinin kulübesi önünde boğuşup duruyorlardı.

Dedesinin sürekli göz önünde tuttuğu, yanından . ayırmadığı iki iri kurt . köpeğiydi bunlar. Çocuk, kulübeyi korumak için bir köpeğin yeterli olduğunu düşünüyor, dedesinin ikinci köpeğe neden ihtiyacı olduğunu ve renklerinin neden illa da siyah ve beyaz olduğunu anlamak istiyordu artık. O merakla, sordu dedesine: Yaşlı reis, bilgece bir gülümsemeyle torununun sırtını sıvazladı.

- `Onlar` dedi, `benim için iki simgedir evlat.`

- `Neyin simgesi` diye sordu çocuk.

- `İyilik ile kötülüğün simgesi. Aynen şu gördüğün köpekler gibi, iyilik ve kötülük içimizde sürekli mücadele eder durur. Onları seyrettikçe ben hep bunu düşünürüm. Onun için yanımda tutarım onları.

Çocuk, sözün burasında; `mücadele varsa, kazananı da olmalı` diye düşündü ve her çocuğa has, bitmeyen sorulara bir yenisini ekledi:

- `Peki` dedi. `Sence hangisi kazanır bu mücadeleyi?`

Bilge reis, derin bir gülümsemeyle baktı torununa.

- `Hangisi mi evlat? Ben, hangisini daha iyi beslersem!





Pozitif  İletişim  Kurmak İçin

*Yargılamayın.
*Eleştiriye tepki koymayın.
*İyi bir dinleyici olun.
*Şikayet etmeyin.
*Her şeyi biliyormuşçasına hareket etmeyin, insanlara ne yapacaklarını söylemeyin. (Hatırlayın bazen küçük bir çocuk bile size bir şey öğretebilir. :)


7 Nisan 2013 Pazar






7 Nisan 2013 Tarihli Gazete Yazım


                              Sevmek..



“Öyle çok sevmek ki evlenesi gelmek :).” Bu cümleyi bir öğrencim sınıfta söyledi. Çok hoş değil mi? Sevginin derecelendirmesini ve kendine göre bir sonuca bağlamasını yapmış, çok tatlı. : )

 Ya siz en son ne zaman, neyi  o kadar çok sevdiniz ve evlenmek istediniz onunla?  Hayır bu soruyu  tabi ki “evlenmek” kelimesinin tam kelime  anlamıyla sormuyorum.  Yani neyi çok sevdiniz? İşinizi mi, arkadaşlarınızı mı, eşinizi mi, hobinizi mi, evinizi mi, evcil hayvanınızı mı? Hangisini ? Sanırım daha az seviyoruz artık. Nefret etmek, hoşlanmamak, sinirlenmek, kabullenmemek daha kolay geliyor ve hepimiz sinir küpüne dönüyoruz. Sevgiye açız aslında, sevmek istiyoruz ama bunu zayıflık olarak değerlendiriyoruz.   Sevgi açlığını başka türlü gidermeye çalışıyoruz. Belki fazla yemek yiyoruz, belki etrafımızdakilerle çatışıyoruz, belki arabayı daha hızlı kullanıyoruz  hatta belki çayı bile daha hızlı karıştırıyoruz  Oysa ki sevginin ne kadar  güçlü  bir enerji olduğunun bir farkına varsak.. Ah bir farkına varsak..

Sevgi.. Önce nerden başlayacak? Elbette ki bizden, kendimizden.. Biz kendimizi sevmeliyiz ki sonra sevgi talep edelim. Biz kendimizi kabul edelim  ki sonra başkası bizi kabul etsin.  Kendimizi kabul ettiğimiz zaman başkalarını da daha kolay kabul etmiş oluyoruz ve böylece de  karşımızdakini daha kolay ama daha içten seviyoruz.

Sevgi gerçekten güçlü bir enerjidir.  Hatta geçmişte bazı tatsızlıklar yaşadığınız  kişilere sevginizi  yolladığınızda aranızda yaşanan olumsuz her ne varsa, bunun  iyileştiğini görebilirsiniz.  Çünkü yaşadığınız olumsuzluğu affetmiş, karşı tarafı kabul etmiş ve ona karşı duyabileceğiniz en ufak negatifliği yok edip yerine sevgiyi koymuş olacak ve böylece  gerçekten kendinizi çok hafiflemiş hissedeceksiniz.

Bir de şu ana geri dönelim. Lütfen şöyle bir başınızı kaldırın, gökyüzündeki kuşlara bir bakın, gülümseyin. Sabah yanından geçtiğiniz ağacı bir selamlayın. Annenize, babanıza, kardeşinize ve diğer tüm yakınlarınıza onları ne kadar çok sevdiğinizi, onlara ne kadar değer verdiğinizi  söyleyin. Her gün yanından geçtiğiniz herhangi bir mağazadaki çalışan kişiye karşı  selam verin, gülümseyin. Sokaktaki evsizlere, dilencilere sevginizi yollayın, kalbinizden sevgi aktığını hissettirin ona. Barınakta yaşayan veya sahibi olmayan hayvanlara da yollayın o güçlü, o pozitif enerjiyi, öyle içten sevin ki onları, yalnız olmadıklarını hissetsinler.  Çocukların gözlerine bakın ve onların sevgi dolu kalplerini kendi kalbinizde hissedin. :)    
                                              
O zaman şu andan itibaren hayatınızı sevginin güçlü ve iyileştirici gücü ile doldurmaya var mısınız? Hadi o zaman ne duruyorsunuz? :) Sevin! Sevin! Sevin!

                                       


                                   Televizyon..


Ne kadar çok seviyoruz televizyon izlemeyi öyle değil mi? Bir oturuyoruz televizyon karşısına ve bir bakıyoruz saatlerimizi almış. Seviyoruz belki yaşadıklarımızdan uzaklaşmayı ve bir şekilde böyle  sakinleşmeyi tercih ediyoruz . Halbuki bu pek de iyi bir tercih değil. Neden mi ?


      *  Boşuna zamanınızı alıyor.
Kelime anlamıyla tam olarak “boş bir zaman”  geçiriyoruz televizyon karşısında aslında. Sadece oturuyoruz ve bize ait  olmayan hayatları izliyoruz.  Bir şekilde kendimize arkadaş arıyoruz belki de, dertlerimizi anlayacak, bizi o anda alıp başka yerlere götürecek, bize güzel şeyler gösterecek bir arkadaş. Halbuki kafamızı döndürsek ve yanı başımızda oturan ailemize dönsek, onlarla sohbet etsek, paylaşımda bulunsak, oyunlar oynasak onlarla nasıl olurdu? İletişimimiz daha güzel bir hal almaz mıydı? Karşılıklı paylaşımlar, güzel geçen , kaliteli bir zaman bize kendimizi daha iyi hissettirmez miydi?

*Üretkenliği azaltıyor.
Dizilerin sizi koltuğa kilitlediğini ve kendinizi pek de özgür hissetmediğiniz oldu mu hiç? Bu haftaki diziyi kaçıramam deyip kaç arkadaşınızın davetini geri çevirdiniz ? Ya da çocuğunuzla olan oyun saatini televizyondaki programa göre ayarlayıp kendi vicdanınızı rahatlatmayı tercih ettiniz? Aslında farkında mıyız içten içe bizi sınırladığını, ne düşünmemize, ne hareket etmemize ne de özgürce plan yapmamıza olanak tanıdığını? Daha serbest hareket edebilir, bizim için uygun olan saatleri daha kolay belirleyebilir ve istediğimiz herhangi bir aktiviteyi  aklımız başka yere odaklanmadan daha kolayca yapabiliriz.

*Beyin Aktivitenizi Yavaşlıyor
Uzun süre televizyon izleyen insanları gözlemleyin, pasif kaldıklarını, uykulu ve belki de boş gözlerle etrafa baktıklarını göreceksiniz muhtemelen.  gibi  Öte yandan çok aktif, sürekli arkadaşıyla sohbet eden, bir yemek yapan, koşuya çıkan, kitap okuyan, yeni bir dil öğrenen farklı farklı insanları gözlemleyin. Ne kadar enerjik ve mutlu olduklarını, yeni bir şey öğrenirken veya uygularken ne kadar pozitif olduklarını eminim kolaylıkla tahmin edebilirsiniz. Araştırmalar diyor ki sürekli ve bağımlı bir şekilde  televizyon izleyen insanlarda bir süre sonra, depresyon, anksiyete ve bıkkınlık görülme olasılığı çok yüksek oluyor.

*Çocuklar Da Çok Etkileniyor
Araştırmalara göre çocuklar televizyondaki  gördükleri her şeyi gerçek olarak algıladıklarından ötürü doğruyu  ya da yanlışı kolaylıkla algılayamıyorlar. Aynı zamanda okul öncesinde televizyon izleme alışkanlığı kazanmış  çocuklar, okul hayatlarında bir takım zorluklar yaşayabiliyor ve sosyal ilişkilerinde sıkıntı yaşıyorlar. Televizyon karşısında saatlerini geçiren ve  pasifleşen çocuk kendine güveni olmayan, endişeli ve mutsuz bir birey haline geliyor.

*Fiziksel Görünüşümüzü ve Sağlığımızı   Etkiliyor.
Televizyon karşısında fazlaca vakit geçirmek kilo almamıza neden alıyor. Uzun süre hareketsiz kalan vücut kilo almaya müsait hale geliyor , hele bir de buna televizyon izlerken yenen abur cuburlar eklenirse durum daha da kötü bir hal alabiliyor.

Bu arada  sizlerle son olarak  bir şey daha paylaşmak istiyorum, bildiğiniz üzere YGS puanları geçtiğimiz pazartesi günü açıklandı. Dereceye giren bir öğrenciyle ilgili bir haber, aynen aktarıyorum  :)
 “Yükseköğretime Geçiş Sınavı'nda (YGS) YGS-6 puan türünde Türkiye 4'üncüsü olan Muhammed Said Seferbey, evinde televizyon olmadığını belirterek, "Başarımda bunun büyük etkisi olduğunu düşünüyorum" dedi. Televizyonda bir çok gereksiz program olduğunu belirten Seferbey, 

"Televizyon olunca dikkatiniz dağılıyor. Acaba 'Şu program ne oldu' diye merak ediyorsunuz. O yüzden televizyon olmamasını tavsiye ederim" diye konuştu. “