13 Ekim 2013 Pazar

11 Ağustos 2013- Özgür Kocaeli Gazetesi Makale


Bugün




Yaz en sıcak mevsimdir. Güneş uzun kollarını uzatarak toprağı ıstır. Bu mevsimde ağaçlar meyve doludur. Dallar yemyeşil, çiçekler rengârenktir. Türlü türlü bitkiler topraktan fışkırır. Böcekler, kuşlar, arılar canlılık içinde oradan oraya koşturup dururlar.  Bu esnada hayvanların en çalışkanı karıncalar ise  yaz boyu hiç boş durmazlarmış. Toprağın altındaki yuvalarına mısır, buğday, arpa buldukları bütün yiyecekleri depolayıp kışa hazırlık yaparlarmış. Havaların güzelliğine aldırmadan, durup dinlenmeden birinin kaldıramadığını üç beşi birden taşıyarak uğraşıp dururlarmış, üstelik çok disiplinli bir şekilde.  Hiçbir karınca bir saniye bile duraksamazmış.
Ağustos Böceği ise yine bir yaz mevsiminde güneşin ve ağaçların tadını çıkarıyormuş. Daldan dala atlayıp, “cır cır” diyerek eğlenceli ezgiler mırıldanıyormuş. Şarkı söylerken, dans ederken bazen önünden karıncalar geçiyormuş. Ağustos böceğinin rahatlığına şaşırıyormuş karıncalar. Arada bir şöyle soruyorlarmış:
“Neden sen de çalışmıyorsun? Kışın çok zorluk çekersin yoksa”. Ağustos Böceği bir taraftan dans ederken bir taraftansa şöyle cevap veriyormuş:
“Bu havada çalışılır mı hiç? Yazın tadını çıkarıyorum ben. Çalışırım elbet. Daha kışa çok var.”
Günler hızla geçmiş. Yapraklar sararıp dökülmeye, havalar soğumaya başlamış. Hayvanlar yuvalarına çekilmişler. Tabi ki Ağustos Böceği de. Bir süre sonra karnı acıkmaya başlamış. Ama hiç yiyeceği yokmuş. Yiyecek aramaya çıkmış. Ama hiçbir yerde yiyecek bulamamış. Açlıktan dizleri titremeye, gücü azalmaya başlamış. Karnını nasıl doyuracağını düşünüyormuş, aklına birden komşusu karınca gelmiş.
Ağustos Böceği Tir tir titreyerek komşusu karıncanın kapısını çalmış.
“Karınca kardeş! Karınca Kardeş!” “Kim o?” demiş karıncalardan biri.
“Benim. Komşunuz Ağustos Böceği” demiş. Karınca kapıyı açtığında Ağustos Böceği soğuktan donmak üzereymiş. Karınca “Ne istiyorsun?” diye sorunca Ağustos Böceği şöyle demiş:
“Karnım çok aç. Yiyecek bulamadım dışarıda. Sizden ödünç yiyecek istiyorum. Yaz gelince borcumu öderim” demiş. Karınca sormuş:
“Peki sen yaz boyunca ne yaptın?”. Ağustos böceği yaptıklarından pişmanlık duymamış “Saz çalıp şarkı söyledim, dans ettim, yazın tadını çıkardım.” Karınca bu duruma çok kızmış.
“Bense çalıştım. Sen eğlenirken ben ter döktüm ve yuvamı yiyecekle doldurdum. Mademki yazın saz çalıp şarkı söyledin, kışın da açlığı ve soğuğu hak ettin” demiş ve kapıyı yüzüne kapatmış.


Erteliyoruz, boşveriyoruz, önemsemiyoruz.. Sanıyoruz ki vakit var, kolaylıkla halledebiliriz yapmak istediklerimizi, ya da sanıyoruz ki hiç zaman geçmeyecek hep  bu şekilde devam edeceğiz. Bu sabah uyandıktan sonra neler düşündünüz? Mesela neleri ertelediniz? Neleri boşverdiniz? Neleri sonradan yaparım diye  ama  aslında bir daha yapmamak üzere rafa kaldırdınız?  Üşeniyoruz ya da belki de gerçekten istemiyoruz bazen.. Evi toparlamak, gelen mailleri cevaplamak, alışverişe çıkmak, arabayı yıkatmak, çiçekleri sulamak, sökük olan bir düğmeyi dikmek,  güzel bir yemek yapmak, kitap okumak, kendinizle baş başa kalmak.. Bunların dışında bir de ilişkilerimiz açısından ihmal ettiğimiz, ertelediklerimiz var..  Eşimizle bir kahve eşliğinde bir araya gelip gün içerisinde olanları paylaşmak, üzüldüğümüz, bizi kıran olayları karşılıklı konuşarak tatlıya bağlamak,  çocuğumuzla kısa süre bile olsa oyun oynamak, onu sevdiğimizi söylemek,  sevdiklerimizi, büyüklerimizi aramak, ziyaret etmek, arkadaşlarımızla vakit geçirmek.. İhmal ediyoruz.. Sanıyoruz ki vaktimiz var ve daha sonrasında kolaylıkla halledebiliriz bazı şeyleri.. Yıllar geçtikten  sonra geç olmaz mı evladınıza onu sevdiğinizi söylemek? Eşinizle konuşmadığınız onlarca konuyu,  gerginlikleri, çözümlenmemiş problemleri yıllar yıllar  sonra  konuşarak çözebilmek zor olmaz mıydı? Erteledikçe zorlaşan durumlar sıkıntı yaratmaz mıydı? Ya da şöyle düşünelim.. Bugün malzemelerini hazırlamadığınız bir yemeği yarın nasıl misafirlerinize sunmayı düşünüyorsunuz? Ceketinizdeki sökük düğmeyi bugün dikmeyince yarın işe gitmeden evvel  giyerken kendiliğinden mi tamir olacağını düşünüyorsunuz? Bitkilerinizi sulamadan da , köpeğinize yemek vermeyi erteleyerek de bir şekilde hayatta kalacaklarını mı düşünüyorsunuz? Gitmediğiniz, ziyaret etmediğiniz aile büyüklerinizi bir gün kötü bir haberini alınca mı hatırlamak , sonrasında pişman ve mutsuz bir şekilde yaşamak mı istiyorsunuz? Tabi ki tercihlerimiz var, hayatımız  zaten bundan ibaret.. Fakat.. Bugün.. Harekete geçmek, istediğimizi gerçekleştirmek, yarınımızın içine gün ışığını davet etmek için.. Sadece bugün.. Hadi başlayalım o zaman.. Nerede kalmıştık? Nereden başlayacaktık? Kolay gelsin J

“Siz erteleyebilirsiniz ama zaman ertelemez.”    Benjamin Franklin




Dereotu

*Sinirleri yatıştırır, bedeni rahatlatır.
*Sindirimi kolaylaştırır.
* Karın ağrılarına iyi gelir.
*Hıçkırığı keser.
* Anne sütünü arttırır.
*Kalsiyum bakımından zengindir.
*Vücuda enerji verir.
* Uykusuzluğa iyi gelir.
*Göz hastalıklarına iyi gelir.



9 Ağustos 2013 Cuma

4 Ağustos 2013- Özgür Kocaeli Gazetesi Makale

Gerçek Olsun..





Güzel okurlar, gönlü güzel insanlar hepinize  sevgiler ve  selamlar..  J Zaman yine çabucak geçti ve işte yine burada buluşuyoruz.. Nasılsınız? Keyfiniz nasıl? Bu güzel, huzurlu Ramazan ayınız nasıl geçiyor? Peki ya tatil? Ya da işler nasıl? Her şey yolunda mı? Mutlu musunuz ? Keyifli ? Aşık? Heyecanlı? Ve her şeyden önce şükran dolu?

Zaman dedim öyle değil mi az evvel?  Nasıl da hızlı geçiyor..Anlamıyoruz, farkına varmıyoruz, bir bakıyoruz haftalar , aylar olmuş, seneler geçmiş..  Peki bu esnada ya yapmak istediğimiz, hedeflediğimiz, bazen bir of çekip gerçek olmasını dilediğimiz şeyler? Bunlara yeterince vakit ayırabiliyor muyuz? Ya da gerçekleştirmek istediklerimizi erteliyor, yeterince zaman ayırmıyor ve sonradan da üzülüyor muyuz?
Hep listeler vardır ya , ölmeden önce görmeniz gereken 10 yer, mutlaka izlenmesi gereken 100 film, arşivde bulunması gereken müzik cdleri,  yapılması gereken  50 şey gibi.. Benim için de olmazsa olmaz ve gerçekleştirmeyi istediğim bir hayalim vardı uzun zamandır. “Çok yakın bir arkadaşımla yurtdışında tatile çıkmak.. “
Doğduğumdan beri her yaz ailemle tatilimi yapar,  ailecek birlikte olmaktan ve bir şeyler paylaşmaktan dolayı da çok  güzel vakit geçiririz.  Az evvel dedim ya bir hayalim vardı diye.. İşte ben onu bu sene gerçekleştirme fırsatı buldum. Aslında geçen seneden beri hayata geçirmeye çalışıyorduk arkadaşımla fakat bazı sebeplerden ötürü bu seneye ertelemiştik.. Arkadaş dedim.. Ah nasıl önemli bir kelime bu.. Bu güzel tatile öyle güzel bir arkadaşımla gittim ki .. Ortaokul, lise, üniversite yıllarımı birlikte geçirdiğim canım arkadaşım.. Hani derler ya arkadaşını tanırsın tatilde diye, ben onunla birlikte  bu tatili geçirdiğim için onu değil,  belki  de kendimi daha iyi tanıma fırsatı buldum, güzel arkadaşlar kendini insana böyle iyi hissettiriyorlar sanırım..
Çok güzel anılar, harika gözlemler, deneyimler ve bol kahkahalarla döndük evimize.. İyi ki yapmışım, iyi ki gitmişim, iyi ki gerçek olmasını istemişim dediğim harika bir anı bu.. Detaylı olarak belki sonrasında paylaşabilirim sizlerle de.. Fakat benim merak ettiğim başka bir konu var.. Sizlerin olmazsa olmaz , şu dünyadan ayrılmadan önce gerçek olmasını dilediğiniz, mutlaka yaşamak istediğiniz kaç tane hayaliniz var ve bunlar neler? Benimle paylaşmak ister misiniz? Eğer öyleyse e- mail adresimi biliyorsunuz.. Neler gerçek olsun? Hadi düşünelim biraz..

“Düşlerinizi kovmayın, çünkü onlar gidince belki siz kalırsınız ama artık yaşamıyorsunuz demektir.”
Mark Twain


İyi Bayramlar!



Ben çook küçükken bayram sabahları dinlediğimiz bir parça vardı..  Hala duyduğum zaman bir tuhaf olurum..Barış Manço’nun  bir şarkısı , eminim hepiniz bilirsiniz.. “Bugün bayram erken kalkın çocuklar..”  Babam radyoyu açar ve bu şarkıyı dinletirdi bize ..Yeni elbiselerimizi , ayakkabılarımızı giyer öyle karşılardık o güzel bayramları.. Ziyaretlerimizi yapar, güzel anlar yaşardık..  Yine geldi o güzel bayramlardan bir tanesi.. Şimdiden hepinizin bayramını en içten , en samimi dileklerimi kutluyorum. Dilerim ki bu seneki bayramınız çocukluğunuzda geçirdiğiniz en saf, en masum ve de en coşkulu bayram kadar mutlu eder sizi.. Dilerim ki tüm sevdikleriniz ve birlikte olmak isteyeceğiniz herkes yanınızda olur.. Dilerim ki ve her şeyden önce siz mutlu olur, keyif alırsınız o anlardan , yaşayacağınız tatlı mı tatlı güzel bayram anlarından..
Bayram” kelimesi:  Dîvan-ı Lugati't-Türk'te Kaşgarlı Mahmud bayram kelimesinin kökünü "bezrâm" olarak vermiş. Pehlevi Farsçası'nda ise  "sevinç ve eğlence günü" anlamına geliyor. 


Moshe Abudaram’dan 10 Altın Anahtar:

1- Nefes alın. Ne zaman sıkılırsanız, farkında olun ve nefes alın. Nefes ruhunuzun beden ile bağıdır. Bu bağlantınız hep yerinde olsun.

2- Su için. Vücudunuzda su yoksa ruhunuzun ikamet ettiği beden ne görevlerini ne de sizin arzularınızı gerçekleştirebilir.

3- Endişeye değil, neşeye odaklanın. Ancak neşe karşınızdaki kapalı kapıları açan anahtardır. İçinizden gelmiyorsa bile, gülün, kahkaha atın, frekansınızı değiştirin. İçinizden gelmese de radyonun kanalını değiştirin.

4- Yarının problemlerini bugünün enerjisi ile çözemezsiniz. Size bugün için gerekli tüm güç verildi. Ve yarın, yarın için gerekenler verilecek. Taşıyamayacağınız hiçbir yük size verilmez. Kendinize güvenin.

5- Kendi anne babamızı biz seçtik. Onlara gereken saygıyı gösterin. Ne olursa olsun. Kızsanız da, darılsanız da, üzülseniz de, saygı gösterin. Bazen saygı sevgiden de önemli olabilir.

6- Çocuklarınız size ait değiller. Onlara hak ettikleri gibi, bağımsız ve özgür varlıklar olarak gerekli sevgi ve saygıyı gösterin. Ve bilin ki onlar sizi seçti, sizin kendi anne babalarınızı seçtiğiniz gibi. Yaşamak için geldikleri bir yol. Onlar için bir şey yapmak istiyorsanız bu yolu yürümeleri için onlara destek olun.

7- Ruhunuzun ölümsüz olduğunun farkında olun. Hep vardınız ve hep var olacaksınız.

8- Ben akşamdan ertesi sabah 6’da uyanmayı kendime vaat edersem, bu olur. Peki, sözleriniz ile siz her gün, her an ne vaat ediyorsunuz? Kelimeleriniz ile kendinize, öldün diyerek, dizlerim bitti diyerek, bu iş beni hasta etti, diyerek gerçekleşerek kehanetler yaratmayın. Güçlüsünüz, insansınız, Başarırsınız.

9- Yapın. Yapmadıklarınıza pişmanlıklarınız her zaman daha çok olur. Yüreğiniz derinliklerin bir dilek olarak geliyorsa ve size neşe veriyorsa, durmayın yapın.

10- Bilmek istediklerinizi sorun. Soru varsa, cevap mutlaka gelecektir. Her zaman ilk gelen cevap en doğrusudur.








16 Temmuz 2013 Salı

14 Temmuz 2013- Özgür Kocaeli Gazetesi Makale

SU  - 2






Sabrın, hoşgörünün, sevginin, saygının,  anlayışın, merhametin, sakinliğin hakim olduğu ve bunun yanında bize bir bardak suyun, bir kase çorbanın tadının  önemini daha da idrak ettiğimiz şu güzel ve özel Ramazan ayının her şeyden önce hepimiz için hayırlı ve bir o kadar da  güzel geçmesini dilerim. Geçen hafta başladığım “su” başlıklı yazıma kaldığım yerden devam ediyorum. :)
İnternetten bir bilgiyi size aktarmak istiyorum:
Yeryüzünün 3'te 2'sinin su olduğunu, ancak bunun sadece yüzde 0.3'ünün içilebilir su olması nedeniyle su kaynaklarının verimli kullanılması gerekiyor.
Dünyada 6 milyar insandan 2 milyarı sağlıklı su içemiyor. Susuzluk yakın zamanda çağın en büyük meselesi olacak. Bugün petrolden kaynaklanan savaşlar, yarın yerini suya bırakacak.
Su kaynaklarımızla gururlanmamıza rağmen Amerika'da kişi başına düşen kullanılabilir su varlığı 18 bin metreküp iken bu miktar ülkemizde bin 400 metreküp civarında.
Bir ülkenin su zengini olabilmesi için kişi başına düşen yıllık su miktarı en az 10 bin metreküp olmalı. Bundan dolayı su israfına karşı duyarlı olmalıyız. Akarken kıymetini bilmediğimiz suyu israf etmemeliyiz.

Peki suyu  nasıl idareli kullanabiliriz? Bunun bir çok yolu var fakat her şeyden önce bunun bizden başladığını hatırlayarak aşağıdaki  bazı  bilgilere bir göz gezdirelim.

*Traş olurken, dişlerimizi fırçalarken sadece ihtiyacımız dahilinde suyu açık bırakabiliriz , böylece dakikada 15-20 litre suyun  boş yere akmasını önlemiş oluruz.

* Otomobilimizi yıkarken hortum yerine su dolu bir kova, sünger ve bez  kullanabiliriz. Kova ile 20lt , devamlı akan bir su ile 100-150 lt su harcarız.

*Bahçe sulamak için buharlaşmanın az olduğu sabah veya akşamüstü saatlerini tercih edebiliriz.

*İçme suyu dışındaki suları birkaç kez kullanabiliriz. Örnek: Sebze meyve yıkadığımız suları biriktirip, çiçekleri, bahçeyi sulayabiliriz.

*Bulaşıkları elde yıkamak yerine bulaşık makinesinde yıkayabiliriz. Bulaşık makinesini de tam olarak doldurmadan çalıştırmamaya gayret edebiliriz. (Bulaşık makineleri bir defada ortalama 40 litre su tüketirler.)

*Banyo yapmak yerine duş almayı tercih edebiliriz.(Banyo yaparak 150 lt, duş alarak ortalama 50 lt su tüketiriz.)

*Bozuk olan musluk ve sifonları onarıp  daha bakımlı tutabiliriz.
 ( Saniyede bir damla akan su yılda 3 ton eder.)

*Evde kullanılan temizlik malzemeleri, atık sularla birlikte nehirlere karışır bu nedenle içinde fosfat bulunmayan ve suda ayrışabilen temizlik ürünlerini kullanabiliriz. Temizlikte sıvı sabun, toz sabun gibi doğal esaslı olanları tercih edebiliriz.  (Hem doğaya zarar vermez hem de daha az suyla durulanabilir.) Diğer kimyasal deterjanların (petrol türevi temizleyiciler) doğal ortam için sakıncalarının yanı sıra bol suyla durulanmaları gerekir.

*Çamaşır makinesini daha ekonomik kullanabiliriz. Nasıl mı? Bir çamaşır makinesi tek çalıştırmada 176 litre su harcar. Makineyi tam doldurmadan çalıştırmamaya ve  makinemizi haftada bir kez bile daha az çalıştırmaya gayret edersek yılda 9 ton su kurtarabiliriz.

* Rezervuarların boyutunu küçültebiliriz. 

*Yaşadığımız  yerin iklimine uygun, yerli bitkileri ekebiliriz. Yerli bitkiler daha az su ve daha az bakım ile büyüyebilir.

* Sadece ihtiyacımız kadar su ısıtabiliriz. Bu şekilde  elektrik ve gazdan da tasarruf edebiliriz.

*Elde bulaşık yıkarken mümkün olan en az miktarda deterjan kullanabiliriz. Daha az deterjanı
durulamak da  daha kolay olacaktır. Deterjan yerine doğal yeşil sabun kullanırsak deniz canlılarını da düşünmüş oluruz. :)

             *Sifonu gereksiz yere  çekmemeye özen göstermeli ve bunun yanında tuvaletin çöp kutusu olmadığını ve elimize geçen ne varsa atmamaya gayret edebiliriz. 4 kişilik bir ailenin her bir ferdi, sifonu günde bir kez amaç dışında çekerse, yılda 16 ton su harcamış olur.
            *Su basmalarını önlemek için, evimizden çıkarken ana vanayı kapayabiliriz.

Yapabileceklerimiz elbette bu kadar sınırlı değil, en basit ama belki de en etkili olabilecek ve hepimizin de farkında olduğu şeyler bunlar aslında. Sadece hatırlatmak istedim.. En azından bir tane maddeyi bile hayata geçirsek önemli ölçüde fark yaratabileceğimizi düşünüyorum..

Kendimizi, bitkileri bu kadar düşünmüşken , aslında tasarrufla da pek ilgisi olmasa da bir konuya değinmeden geçemeyeceğim. Geçen hafta da bahsettiğim gibi.. Su hayatsa.. Hayvanları da unutmamak lazım öyle değil mi? Sokaklarda yaşayan kediler, köpekler ve elbette kuşlar için  bu sıcak günlerde kapınızın önüne bir kap su koymaya ne dersiniz? Hemen şimdi yapmaya var mısınız? :)


“Cömertlikte ve yardım etmede akarsu gibi ol.”  -Mevlana Celaleddin Rumi

 

Yeni Yaş
Bu hafta içerisinde yeni yaşıma girmiş bulunacağım. Bana şimdiden güzellikler, mutluluk, heyecan ve huzur getiren yeni yaşıma,  yeni yaşamım.. Hoşgeldin :)


“Takvim düzeni herkes için aynı olsa da ,zaman herkes için başka türlü ilerler.” – Murathan Mungan



Biraz Tatil
Yeni döneme daha iyi hazırlanabilmek ve biraz dinlenmek adına 2 haftalığına yazılarıma ara veriyorum.

Kendinize çok iyi bakın ve gülümseyin..  Güzel günlerde görüşmek üzere…  Sevgi sizinle olsun!   

7 Temmuz 2013- Özgür Kocaeli Gazetesi Makale

Su  





  

Bugün uyandınız.. Güzel miss gibi harika bir güne.. İlk olarak ne yapmayı tercih ettiniz? Camdan dışarıya bakmak? Telefonunuzu kontrol etmek? Bir bardak su içmek?  Uyandığınız için şükretmek? Tuvalete gitmek?  Peki bunlardan hangisi en önemlisiydi sizin için? Sonra kahvaltıya başladınız, fakat onun öncesinde yine elleriniz musluğa gitti, kahvaltınızı bitirdiniz, yeniden yıkadınız ellerinizi, dişlerinizi fırçaladınız.. Sonra yeniden girdiniz banyoya bu sefer duş almak için.. Peki kaç dakika kaldınız orada? Hiç umursamadan dakikalarca duşta mıydınız yoksa saçınızı yıkarken kapadınız mı suyu? Duştan  çıktınız bu sefer bulaşık makinesini ve  belki  de çamaşır makinesini çalıştırdınız.. Hatta  tam dolmamışlardı bile bu iki makine de .. Bastınız “on” tuşuna.. Sonra aldınız elinize hortumu ve başladınız çimleri sulamaya.. Geçen dakikaları fark etmeden.. Belki o an tamamen farklı şeyler düşünerek, sadece deşarj olarak suladınız çimleri, çiçekleri.. Sonra koca bir bardak su içtiniz, sıcak ya, inanılmaz derecede susamıştınız.. Yemek yapmaya başladınız sonra, en kolayından, basitinden bir makarna.. Makarnayı haşlamak için su kaynattınız.. Yemeğinizi yediniz..  Bulaşıkları yıkadınız.. Sonra canınız taze demlenmiş bir çay çekti ve yine su kaynattınız.. Sonra kapı çaldı ,gelen kişinin simsiyah olmuş elleri, lekelerle dolu okul formasıyla karşınızda duran, okuldan gelen bir çift tatlı göz olduğunu, çocuğunuz olduğunu gördünüz.. Onu doğru banyoya götürdünüz, önce üstündekileri yıkanması için kirli sepetine attınız, çocuğunuzu da bir güzel yıkadınız..
Su hayattır.. Çok klişe , çok sıradan gelebilir kulağınıza.. Sürekli bahsedilen, kurulan cümlelerden biridir “su hayattır, su önemlidir ” diye. En basitinden niçin su içiyoruz?   Çünkü vücudumuzdaki tüm  hücreler, sistemler, organlar yeterince su olmadan fonksiyonlarını yerine getiremezler. Ya da niçin çimleri, ağaçları, çiçekleri, bitkileri suluyoruz? Su, hayat olmasaydı onlar hayat bulabilirler miydi, kurumadan, bozulmadan durabilirler miydi? Soframızda sebzemiz meyvemiz olabilir miydi? Peki ya temizlik? Su olmasaydı ne yapardık? İki saatlik su kesintisine bile zor dayanıyoruz, öyle değil mi? Bekliyoruz sular gelsin de , işlerimizi yapalım diye.. Sırf evdeki su kullanımını değil, genel olarak düşünelim.. Hastaneler..Okullar..  Bu kadar kısa süreli bir su kesintisinde dahi en fazla etkilenecek yerler.. O kadar fazla insanın bulunduğu bir yerdeki su kesintisinin yaratacağı sorunları bir düşünelim.. Çok zor..Öyle değil mi?
Yazımın girişinde  genel olarak yaşanılan , sıradan ,herhangi bir günden bahsettim ve hatırlatmak istedim size.  Su olmasaydı nasıl geçerdi o gün? Kendinizi nasıl hissederdiniz? Eksik? Pis? Dağınık? Huzursuz? Mutsuz? Gergin? Asabi? Mahçup?  Hani hep konuşuyoruz ya mutlu olmak için küçük şeyler yeterli  aslında diye.. Bu bahsettiğim detay sizce ufak bir şeyi mi ya da önemsiz? O kadar önemli bir şey ki.. Farkında değiliz bizi bir damla suyun bile ne derece mutlu ettiğini,  pirüpak yaptığını, temizlediğini.. Sadece bedenen değil, ruhen de.. Sanıyoruz ki  suya her zaman ulaşabiliriz,onu  kolaylıkla elde edebiliriz  ..  Suyun doğal kaynak olduğunu unutuyoruz ve  belki de üretebileceğimiz bir şey olduğunu düşünüyoruz.. Şu yağan karların, yağmurların bize evlerimizde büyük konfor yaşatan “su” olarak geri döndüğünün farkında mıyız acaba? Kışın o karlı günlerde, şikayet ediyoruz sürekli, günlük yaşantımızın,konforumuzun  sekteye uğradığını düşündüğümüzden.. Bir yere giderken “ İnşallah yağmur yağmaz da üzerim kirlenmez, ıslanmam , şimdi bir de şemsiye mi taşıyacağım.”  diyoruz. Unutuyoruz o anda yaşanan bir zorluğun bize kolaylık olarak döneceğini..   Daha çok değer veriyoruz  ya anlık mutluluklara belki bu da onun gibi bir şey..
Sanıyoruz ki su sonsuz.. Suyumuz her daim var olacak , kolay bir şekilde ulaşıyor olacağız.. Keşke böyle olabilseydi.. Hayır.. Çok üzgünüm.. Hayır.. Maalesef böyle değil durum..

Benim bu yazıyı yazdığım andaki verilere göre  dünyada:
2.506.449 : Bu yılki su tüketimi(milyar litre)
910.422: Bu yıl suya bağlı hastalıklardan ölenler
777.374.100: İçecek suya erişimi olmayan insan sayısı

Peki ülkemizde durum nasıl ve biz  suyu nasıl  temin ediyoruz ?
İhlas Haber Ajansı’nın derlediği bir habere göre:
Türkiye İstatistik Kurumu (TUİK) Belediye Su İstatistikleri - 2010 verilerine göre belediyeler temin ettikleri suyun yüzde 47'sini barajlardan sağlıyor.

Tüm belediyelere uygulanan 2010 yılı Belediye Su İstatistikleri Anketi sonuçlarına göre, 2950 belediyeden 2925'inde içme ve kullanma suyu şebekesi ile hizmet verildiği tespit edildi. Belediyeler tarafından içme ve kullanma suyu şebekesi ile dağıtılmak üzere 2010 yılında 4,80 milyar m3 su çekildi. Çekilen suyun yüzde 47'si barajlardan, yüzde 27'si kuyulardan, yüzde 21'i kaynaklardan, yüzde 3'ü akarsulardan ve yüzde 2'si göl, gölet veya denizlerden çekildi.

Kişi başı içme ve kullanma suyu miktarı günde 217 litre.



Bu güzel Pazar gününde bunları niçin yazdığımı merak ediyorsanız, hemen anlatayım sevgili okuyucular :)  Geçtiğimiz günlerde gazetemizin manşetiydi Yuvacık barajındaki suyun azaldığı haberi. İçinizden belki de şunu diyeceksiniz, evet bu hep olan, yıllardır süregelen bir konu, şimdi niye bunu konuşuyorsun ki İlksen? :) Evet , maalesef ki öyle.. Yıllardır var olan ve hayatımız devam ettiği sürece de önemli kalacak bir konu.. Dedim ya hani su hayattır diye.. Hayattaysak.. Suyumuz da bizim için o kadar elzem, işte o nedenle.. :)
Su ile ilgili yazmak istediklerim sadece bunlar değil, haftaya görüşmek üzere! Güzel bir hafta olsun!



“İnanılmaz bir tufanın sonu meydana gelmiş denize, sudan oluştuğu için aşığım. Ruhlarımız kadar akışkan, şekilsiz su, yer çekiminden başka hiçbir leyin tutsağı olmamıştır. Su, bedenimizi bütünüyle kucaklayarak bağrına basar, bedenimizin ağırlığından bizi kurtarır. Su, tüm yaşamın anası, varlığımızın hassas güvencesi.”
Jacques Yves Cousteau- Fransız Okyanus Uzmanı,Deniz Subayı, Sinema Yönetmeni





30 Haziran 2013- Özgür Kocaeli Gazetesi Makale

Arkadaşlık




Güzel bir film izledim geçen hafta, adı Intouchables- Can Dostum.  Başrollerini François Cluzet ve Omar Sy’ın paylaştığı , 2011 Fransız yapımı olan bu sımsıcak, sevgi dolu film gerçek hayattan esinlenerek çekilmiş. Filmden oldukça etkilendiğimi söyleyebilirim. Gerçek bir hikaye olması, harika bir dostluğu anlatması  ve oyuncuların müthiş ve doğal oyunculukları beni oldukça cezbetti. Tavsiye ederim. :)

Dostluk.. arkadaşlık..  Size göre nedir bir arkadaşlığı oluşturan? İki kişiyi bir arada tutan ? Yan yana , bazen omuz omuza? Güven mi? Dürüstlük mü? Saygı mı? Anlayış mı? Eğlence mi? Espri anlayışı mı? Haydi en sevdiğiniz arkadaşınızı veya kendinizi yakın bulduğunuz birisini düşünün. Nedir sizi ona, onu size çeken?  Onun yanında niçin daha rahat ve bir o kadar da mutlu hissediyorsunuz kendinizi, düşünün.. Bakın çevrenizdeki insanlara, niçin yanınızdalar, düşünün.. En fazla ne yapabilirsiniz arkadaşınız için? Vazgeçmeniz istenirse nelerden ne derece vazgeçebilirsiniz onun için? Ne kadar ödün verebilirsiniz kendinizden?

Öyle anlar oluyor ki hayatta istiyoruz ki yanımızdaki arkadaşımız  bizimle birlikte ağlasın, endişeliyken bizimle birlikte endişelensin,  biz öfkeliyken o da öfkelensin..  Destek olsun bize her koşulda, her şartta.. Destekten bahsetmişken “arkadaş” kelimesinin  nasıl oluştuğunu biliyor muydunuz? Eskiden Türk askerleri savaşırken arkadan gelecek herhangi bir saldırıyı kontrol edebilmek için sırtlarını bir ağaca , kaya veya taşa  vererek ok atarlarmış. Atalarımız genelde bozkır hayatı yaşadıkları için bu sırta dayanan nesne genelde bir taş veya kaya olurmuş. Yıllar sonra  ise bu sırta dayanan taşın ismiARKA-TAŞ” dan “ARKADAŞ” şeklinde dilimize yerleşmiş.
 Sadece  olumsuz bir durumda değil elbet, en mutlu, en özel, en heyecanlı günümüzde de istiyoruz o arkadaşımız olsun bizimle, konuşmasa da sadece var olsun, yanımızda, dibimizde..  İstiyoruz ki bizi onaylasın, bir şeyler yaparken bize yardım etsin, zaman zaman bizi dengelesin, bazense uyarsın.. Dinlesin bizi istiyoruz, eleştirmeden, kızmadan.. Haksız olabileceğimiz bir durumda bile sırf bizi kırmamak adına sadece o an destek görmek ama sonrasında mutlaka uyarılmak ve bir şekilde doğruyu bize göstersin istiyoruz, göremediğimiz bir durumda gözlerimiz, duyamadığımız bir durumda onlar bizim kulaklarımız olsun istiyoruz..
Onlarla birlikte olduğumuzda sofraların tadı , sohbetlerin konusu ve anlamı değişiyor. Güçlendiğimizi anlıyoruz böyle  anlarda. Yanımızda bizi  her koşulda destekleyen, bize güven veren birilerinin olduğunu bilmek ve görmek bizi güçlendiriyor. Bazense tamamen deşarj olmak, içimizi dökmek veya yenilenmek için ihtiyaç duyuyoruz bir arkadaşa, dostluğa, öyle değil mi?
Arkadaşlarımızla olan bağlarımız bazen zayıflayabiliyor kimi olumsuz durumlarda. Bazense daha da güçlü bir şekilde tazeleniyor, güvenle, anlayışla, hoşgörüyle.. Diyeceğim bir şey var aslında hani yazının başında da söylemiştim ya etrafınıza bakın kimler var yanınızda arkadaşınız olarak tanımlayabileceğiniz.. İşte bakın onlara ve görün kendinizi onlarda bir ayna gibi.. Birlikte geçirdiğiniz güzel anları düşünün , arkadaşınızın sizin için yaptıklarını,sizin için ne kadar destekleyici, anlayışlı davranabildiğini hatırlayın ve teşekkür edin, bir sözle, bir davranışla belki ufak bir notla veya hediyeyle..

Sadece şu anda benim yanımda olan o çok sevdiğim güzel , tatlı arkadaşlarıma, dostlarıma değil, beni belki ben yapan  ve bazılarıyla şu an görüşemediğim, aramıza uzaklıklar giren , çocukluk, ilk gençlik dönemimdeki o güzel arkadaşlarıma da teşekkür etmek istiyorum. Hepiniz iyi ki varsınız..
Tüm arkadaşlarımızın, arkadaşlık ilişkilerimizin kıymetini bilmek dileğiyle.. Güzel bir hafta olsun!

Koşulsuz sevgi
Çölde yolculuk eden iki arkadaş hakkında bir hikaye anlatılır. 
Yolculuğun bir aşamasında iki arkadaş tartışırlar biri ötekine bir tokat atar. Tokadı 
yiyenin canı çok yanar ama tek kelime etmez ve kum üzerine şu sözleri yazar 

"BUGÜN EN IYI ARKADAŞIM BANA BIR TOKAT ATTI." 

Yıkanabilecekleri bir vahaya rastlayana dek yürümeyi sürdürürler. Tokadı yiyen yıkanırken bir batağa 
saplanır, boğulmak üzereyken arkadaşı tarafından kurtarılır. Boğulmak üzere olan arkadaş tam 
kurtulduktan sonra bir kaya parçası üzerine şu sözleri kazır: 

"BUGÜN EN IYI ARKADASIM BENIM HAYATIMI KURTARDI." 

Tokadı vuran ve sonra arkadaşının hayatını kurtaran kişi ona şöyle der; senin canını yaktığımda bunu 
kum üzerine yazın ama şimdi kayaya kazıyorsun.Neden? 
Öbür arkadaş ona şöyle cevap verir:"Biri bizi incittiğinde bunu kum üzerine yazmalıyız ki bağışlama 
rüzgarı estiğinde onu silebilsin. Ama biri bize iyi bir şey 
yaparsa onu kayaya kazımalı ki onu hiçbir rüzgar yok etmesin." 
"İNCİNMELERİNIZİ KUMA, GÖRDÜGÜNÜZ İYİLİKLERİ KAYALARA KAZIMAYI ÖĞREİIN." 

Denilir ki özel birini bulmak bir dakikanızı alır, onu değerlendirmeniz bir saat içinde olur,onu sevmek 
için bir gün yeter ama sonra onu unutabilmek için bir ömrün geçmesi gerekir.


“Güneşi göremedim diye ağlarsan yıldızları da göremezsin.” –“ Intouchables- Can Dostum” Film Afişinden



29 Haziran 2013 Cumartesi

23 Haziran 2013- Özgür Kocaeli Gazetesi Makale





Daha Yavaş

Tanrım beni yavaşlat,
Aklımı sakinleştirerek kalbimi dinlendir… Zamanın sonsuzluğunu göstererek bu telaşlı hızımı dengele… Günün karmaşası içinde bana sonsuza kadar yaşayacak tepelerin sükunetini ver.
Sinirlerim ve kaslarımdaki gerginliği, belleğimde yaşayan akarsuların melodisiyle yıka, götür.
Uykunun o büyüleyici ve iyileştirici gücünü duymama yardımcı ol…
Anlık zevkleri yaşayabilme sanatını öğret; bir çiçeğe bakmak için yavaşlamayı, güzel bir köpek ya da kediyi okşamak için durmayı, güzel bir kitaptan birkaç satır okumayı, balık avlayabilmeyi, hülyalara dalabilmeyi öğret…
Her gün bana kaplumbağa ve tavşanın masalını hatırlat. Hatırlat ki, yarışı her zaman hızlı koşanın bitirmediğini, yaşamda hızı arttırmaktan çok daha önemli şeyler olduğunu bileyim…
Heybetli meşe ağacının dallarından yukarıya doğru bakmamı sağla. Bakıp göreyim ki, onun böyle güçlü ve büyük olması yavaş ve iyi büyümesine bağlıdır…
Beni yavaşlat Tanrım ve köklerimi yaşam toprağının kalıcı değerlerine doğru göndermeme yardım et.
Yardım et ki, kaderimin yıldızlarına doğru daha olgun ve daha sağlıklı olarak yükseleyim.
Ve hepsinden önemlisi…
Tanrım, Bana değiştirebileceğim şeyleri değiştirmek için CESARET,
Değiştiremeyeceğim şeyleri kabul etmek için SABIR,
İkisi arasındaki farkı bilmek için AKIL ver…

Yukarıdaki yazı milattan 2000 yıl kadar önce Hititler tarafından yazılmış bir duvar yazısıdır. Ne kadar anlamlı öyle değil mi? Yavaşlat diyor  ve öyle ki, aklım  konuşmasın, kalbim sussun, dinlensin. Zamanı önemsemeyeyim, telaşımın yerini biraz sakinlik alsın, yavaşlık ya da hatta sessizlik belki de.Uykudan tat almayı hatırlayayım, baktığım çiçekleri, hayvanları gerçek anlamda da görebilmeyi , duyabilmeyi öğret bana diyor..
Koşturuyoruz, bir oraya bir buraya.. Sabah bir çıkıyoruz evden, taa akşam saatlerine kadar bir sürü dosyanın, toplantının, evrakın veya yapılacak çeşitli bir çok işin arasında boğuluyoruz, nefes alamıyoruz. Sıkışıp kalıyoruz koskoca betonların arasında, havasız, oksijensiz, hayatsız. Bir yandan istiyoruz ki bu geçen zaman hızlı bir şekilde aksın, bitsin şu dosyalar, toplantılar ama öte yandan da diyoruz ki hayat geçiyor, öyle ya da böyle zaman içerisinde biz de yaşlanıyoruz diyor ve bu durumdan hayıflanıyoruz, tutamadığımız, dolu dolu yaşayamadığımız her an, her saniye için üzülüyoruz. Her iki türlü de mutsuz ediyoruz kendimizi aslında.. Kabullenmiyoruz şu anda yaşadığımız hayatı, yaşamı, sahip çıkmıyoruz ona aslında tam anlamıyla.
 Bir hayal dünyası içinde yaşıyoruz bazen.  Şu an şurada olsaydım en mutlu ben olurdum diyoruz veya  yarın şuraya gitseydim ne kadar güzel vakit geçirebilirdim diyoruz. Olmayan bir şeyi kendimiz için oldurmaya çalışıyoruz ama sadece hayıflanarak, üzülerek, bir şekilde gerçekliğin dışında düşünerek. Sözlerim yanlış anlaşılmasın elbette   hayal kurmak güzeldir, hatta öyle eğlencelidir ki bu tartışılmaz bile  ama biz bunu günlük yaşamda yapıyoruz, başka bir şeyle uğraşırken yapıyoruz. Böylece de  günlük yaşam içerisinde asıl yaşamamız gereken gerçeği yaşayamıyoruz.  Dolayısıyla bazen bir çiçeği dahi göremiyor , gözlerimiz net bir biçimde bakmamıza rağmen.. Rengini, dokusunu, kokusunu ve o muhteşem güzelliğini hissedemiyoruz.  Nasıl görsün ki  gözlerimiz o an önünde başka bir hayalle kaplanmışken gerçekleri, hayatı .. kısacası her şeyi..?
Acele ediyoruz çoğunlukla, yemek yerken, birisiyle konuşurken, alışveriş  yaparken.. Tat almak yerine, o anın tadını, keyfini doya doya çıkarmak yerine, acele ediyoruz..  Tüketmek istiyoruz, çılgın bir şekilde bazen, sevgiyi, arkadaşlığı, dostluğu ya da kısacası hayatı..Sabretmeden, beklemeden, herhangi bir şey  için bir ödün vermeden, uğraşmadan.. Yeter ki olsun, yeter ki o anda geçici bir çözüm olsun diye.  Halbuki Hititler’in de yazmış olduğu  gibi fark edebilseydik zamanın aslında sadece şu andan ibaret ve her şeyiyle  koskocaman bir bütün olduğunu .. Nasıl da mutlu, huzurlu ve sakin olabilirdik..  Ya da keşke daha kolay fark edebilseydik daha kalıcı şeyler yaşamak, bırakmak ya da oluşturmak adına daha farklı davranabilmeyi, bunun için uğraşabilmeyi..
Bir de elbette yukarıda da yazıldığı gibi.. Cesaret, Sabır ve Akıl..  Nasıl da önemli.. Her zaman, her koşulda, her aşamada..
Demek istediğim o ki.. Biraz yavaşlayalım.. Ruhen,kalben.. Yormadan, tükenmeden, tüketmeden, koşmadan yaşayalım.. Doya doya, tada tada, göre göre.. Ancak bu şekilde farkına varmaz mı insan hayatının güzelliğinin, anlamının ? Daha sindire sindire yaşayalım , sadece o an için, o ana özel olarak..  Koşmamız, hızlanmamız, atağa geçmemiz gereken zamanlar elbette olacak fakat bunu her dakika yapmayalım ki ruhumuz bizi kolayca takip etsin..  Sürekli koşarak, başka şeyler düşünerek, anda kalmayarak, kuruntu yaparak  n’olur şu beynimize, ruhumuza, kalbimize, benliğimize, özümüze zarar vermeyelim.. N’olur …  :)

“Yapmamız gereken , her şeyi eski sadeliğine döndürmektir, böylece bozulan düzenimiz yeniden kurulacaktır.”
Kızılderili Atasözü



18 Haziran 2013 Salı

16 Haziran 2013- Özgür Kocaeli Gazetesi Makale








BABA


Hüngür hüngür ağladığımı hatırlıyorum yıllar önce Ankara’da, bir sinema salonunda Çağan Irmak’ın o çok sevdiğimiz filmini, “Babam ve Oğlum”u izlerken.. Hani o bize çok dokunan sözlerinin olduğu , dursaydım burada, gitme deseydim Nuran diye başlayan replikler.. Hani  Çetin Tekindor’un  söylediği sonradan yere düştüğü şu meşhur sahneden bahsediyorum..
Babalar içlerine atar, belli etmezler ki yıllarca biriktirdiklerini, sakladıklarını, yarım kalanları, anlatmak isteyip de anlatamadıklarını, paylaşmak isteyip de paylaşamadıkları.. Kaya gibidirler, sapasağlam..Bazen aniden sinirlenip gerginleşebilirler ama anlıktır bunlar, gelip geçicidir.Genel olarak sakindirler, belli etmezler içlerinde kopan fırtınaları,çözümleyemedikleri sorunları, kafalarındaki soru işaretlerini..Beklerler,susarlar çoğunlukla çünkü ihtiyaçları vardır ailesinin onlara, bunu bilirler.  Bazen sırtımızı yasladığımız bir dağ, bazen güveneceğimiz bir destek , bazense huzur bulacağımız bir liman olurlar bize.. İçleri kan ağlasa da eşlerine, çocuklarına  belli etmemek için büyük çaba harcar ,  sırf daha da üzülmesinler,kendilerini yalnız hissetmesinler diye.  Bakmayın sert gözüktüklerine, dedim ya onlar sakindirler, içlerine atarlar aslında, belli etmezler olup biteni olumsuz her ne varsa.. Bazense duygularını ifade edemezler, bunu istemediklerinden değil kelime bulamadıklarındandır.Toplumun, yetiştiriliş  tarzının , belli başlı öğrenilmiş kalıpların, değer yargılarının sonucu olarak daha yavaş, daha belli etmeden yaşarlar duygularını, hislerini.. Duygusuz olduklarından değil, duygularını saklamayı öğrendiklerinden , bizi bu şekilde koruyacaklarını ve  bu şekilde daha iyi olacağımızı istediklerinden belki de kim bilir..  Evimizin direği babaların kalpleri aslında öylesine  yumuşaktır bilir misiniz? O güzel kalplerine dokunmaya ne dersiniz sevgili babalarımızın? Öpelim ellerini bugün hissedelim bize olan tüm  desteklerini, bilelim kıymetlerini, değerlerini.. Tek ihtiyacımız  olan gerçek  sevgi, bunu en içten halimizle verelim güzel babalarımıza.. 
Öncelikle kendi babam olmak üzere tüm babaların Babalar Günü’nü en içten duygularımla, tüm yüreğimle kutluyorum. Sizler çok özelsiniz..  Bizler için çok değerlisiniz..
Seni çok seviyorum canım babacığım.. İyi ki varsın.. :) İyi ki benim babamsın..


Bir Hikaye
Baba, işten yorgun argın bir şekilde eve geç gelmişti..
Çocuk: Baba, bir şey sorabilir miyim?
Baba: Evet..
Çocuk: Baba bir saatte ne kadar para kazanıyorsun?
Baba: Bu senin işin değil..
Çocuk: Babacığım lütfen, bilmek istiyorum..
Baba: İlle de bilmek istiyorsan 20 milyon..
Çocuk: Peki bana 10 milyon borç verir misin?
Baba: Benim senin saçma oyuncaklarına veya benzeri şeylerine ayıracak param yok. Hadi, derhal odana git ve kapını kapat..
Çocuk sessizce odasına çıkıp kapıyı kapattı.
Adam sinirli sinirli “Bu çocuk nasıl böyle şeylere cesaret eder.” diye düşündü. Aradan bir saat geçtikten sonra adam biraz daha sakinleşti ve çocuğa parayı neden istediğini bile sormadığını düşündü, “Belki de gerçekten lazımdı”…
Yukarı çocuğunun odasına çıktı ve kapıyı açtı…
Yatağında olan çocuğa, “Uyuyor musun” diye sordu. Çocuk “Hayır” diye cevap verdi…

“Al bakalım, istediğin 10 milyon. Sana az önce sert davrandığım için üzgünüm. Ama uzun ve yorucu bir gün geçirdim” dedi…
Çocuk sevinçle haykırdı, “Teşekkürler babacığım”… Hemen yastığının altından diğer buruşuk paraları çıkardı. Adamın suratına baktı ve yavaşça paraları saydı.
Bunu gören adam iyice sinirlenerek, “Paran olduğu halde neden benden para istiyorsun? Benim, senin saçma çocuk oyunlarına ayıracak vaktim yok” diye kızdı…
Çocuk “Param vardı ama yeterince yoktu” dedi ve yüzünde mahcup bir gülücükle paraları babasına uzattı; “İşte 20 milyon…”Senin bir saatini alabilir miyim? Yarın 1 saat erken gelebilir misin? Seninle akşam yemeğini beraber yemek istiyorum.” dedi…

Babalar İçin Ne Demişler?

Benim başarı reçetem, babamın her zaman söylediği bir şeye dayanır: Hiçbir zaman bir başkasından daha iyi olmaya çalışmayacaksın, ama hiçbir zaman elinden gelenin en iyisini yapmaya çalışmaktan da vazgeçmeyeceksin. 
John Wooden
                                    

Bir baba, kendi mutluluğundan çok, çocuklarının mutluluğu ile mutlu olur. Honore De Balzac

Çocukluk çağında baba korumasından daha güçlü bir ihtiyaç düşünemiyorum. Sigmund Freud

Babanın rolü, yüz öğretmeninkine bedeldir.  George Herbert


İnsan, babasına borçlu olduğu saygıyı ancak baba olduğu zaman duyar. Goethe



Güçlü Bir Hafıza İçin


Sigara içmeyin.
Stresi azaltın.
Düzenli olarak egzersiz yapın.
Uyku düzeninize dikkat edin.
Kahve  ve çayı azaltın.
Kitap, gazete , dergi okuyun.
Bulmaca çözün.
Sakız çiğneyin.
Yeni bilgiler öğrenin.
Daha az televizyon seyredin.
Hayatınızda önemli yeri olan aktivitelere ve sizi mutlu eden insanlara daha fazla vakit ayırın.
Stresten uzak durun, sakin bir hayatı tercih edin.
Telefon numaralarını ezberleyin.
Yabancı bir dil öğrenin.




9 Haziran 2013 Pazar

9 Haziran 2013- Özgür Kocaeli Gazetesi Makale







Sevdiklerimizle Birlikte
Malum sene sonu ve derslerimizi bitirdik. Genel tekrarlarımızı yapıyoruz ve artık daha fazla aktiviteye yer veriyoruz, yavaş yavaş tatile hazırlık yapıyoruz. Bu nedenle öğrencilerimizi pikniğe götürdük geçen hafta. Pikniğe giderken  de yanlarında Ipad , telefon vs . gibi teknolojik herhangi bir şey olmasından ziyade top, atlama ipi, satranç, monopoly, pictureka, tabu, uno gibi oyunları götürmelerini  istedik.  Çünkü biliyoruz ki pikniğe giderken serviste dahi etrafına bakmak yerine , kendilerinin daha da yalnızlaştıran oyunları oynayacaklar, arkadaşlarıyla sohbet etmek yerine o an yanlarında olmayan başka bir arkadaşlarıyla mesajlaşacaklar. Haklılar, çünkü daha cazip ve bazen daha kolay..iletişim açısından elbet..
Öyle çok keyif aldılar ki güzel öğrencilerim düzenlediğimiz bu  piknikten..  Sadece  o müthiş doğadan, ağaçlardan, aldıkları mis gibi tertemiz havadan, o sımsıcak güneşten değildi yaşadıkları o mutlu anlar, çok eminim ki birlikte bir şeyler yapmaktan, arkadaşlarıyla bir şeyler  paylaşmaktan  dolayı da çok mutluydular. Tüm gün boyunca koşturmaktan, atlamaktan, zıplamaktan çok yoruldular fakat  eminim ki aynı anda tüm senenin yorgunluğunu da atmış oldular.  Arkadaşlarıyla birlikte olmak öyle çok mutlu etti ki onları..
Ne kadar önemli insanın sevdikleriyle birlikte zaman geçirmesi, bir şeyler paylaşması, sohbet etmesi  öyle değil mi? Tüm negatiflikleri silip süpüren sihirli bir süpürge oluyor sanki sevdiklerimizle sohbetlerimiz, birlikte oynadığımız oyunlar, yediğimiz yemekler, içtiğimiz kahveler..  Kahve demişken, düşünün içtiğiniz bir Türk kahvesini, o kahvenin  yüzünüzde yarattığı o koskocaman gülümsemeyi, o tepsiye dizdiğiniz kahve fincanlarının aslında birazdan kelimelere dökeceğiniz düşünceleriniz olduğunu , dertlerinizi paylaşacağınız bir ana hazırlık eden bir araç olduğunu..  Peki ya birlikte oynanılan oyunlar? Onlar aslında bizim hepimizin bir olduğunu,  sadece yalnız değil birlikte de bir şeyler hatta daha güzel şeyler yapabileceğimizi bize hatırlatan araçlar. Bu oyun belki karşılıklı oynanan bir oyun,  belki de bir takım oyunu olabilir. Ne fark eder ki?  İki kişilik oyunda her ne kadar sevinci, heyecanı ve belki de biraz hırsı deneyimleyeceksek ,  takım oyunununda da birlikte bir şey yapmanın önemini hatırlayacağız hiç şüphesiz. Ne fark eder ki.. Gerisinin önemi var mı ki.. O nedenle.. Diyorum ki biraz daha vakit geçirelim sevdiklerimizle, dostlarımızla, akrabalarımızla.. Belki önemli olan fazla değil olabildiğince verimli, kaliteli , güzel  zaman geçirmek.. Hadi deneyelim, bugünden, bu güzel Pazar günü itibariyle başlayalım.. Ne dersiniz? :)

Tatile Beş Kala :)




Tatil demişken, piknikler başladı, havalar ısındı demişken.. Sevgili öğrenciler,  şöyle rahat,  şöyle huzurlu bir tatili nasıl da hak ettiniz, farkında mısınız? Tüm sene boyunca yoruldunuz, kendi geleceğiniz , hayatınız ve güzel bir yarın için için çabalamaktan dolayı öyle yorgun düştünüz ki.. Yenilenmeye, tazelenmeye, enerji depolamaya çok ihtiyacınız var, o kadar aşikar ki bu..  Hepiniz bir yaş daha büyüdünüz, bakın bakalım Eylül 2012’deki fotoğraflarınıza , aynı mısınız oradaki öğrenciyle? Nasıl değiştiniz öyle değil mi? Siz artık o siz değilsiniz, fazlasıyla yeni bilginiz var artık bir çok konuda ve o  fotoğraftaki öğrenciden  10 ay daha büyük ve olgunsunuz artık. Ne mutlu size! Biliyorum bir çoğunuz  tatile girmekten dolayı öyle çok sevinemiyor bile, hani şu tatil ödevleri/ kitapları var ya , işte onlar  yüzünden şimdiden endişelenmeye başladınız. Bir dakika durup düşündünüz mü sakince peki ? Neyi mi? Tatili nasıl daha iyi , güzel ve her şeyden önce “kendiniz” için nasıl daha yararlı  bir hale getirebileceğinizi..
Neleri hatırlayalım o zaman?
1-    Öğretmenlerinizin sizi  bir sonraki yıl daha rahat etmenizi  istediklerinden ve tamamen sizin rahatınızı düşündüklerinden dolayı az da olsa ödev verdiklerini ve bunun gerçekten de sizin yararınıza olacağını.
2-    Aileniz ve arkadaşlarınızla geçirebileceğiniz bol bol vaktinizin olduğunu.
3-    Okuyabileceğiniz herhangi bir kitap, dergi veya gazete için bolca vaktinizin olduğunu ve okumanın insana bir çok önemli değer kattığını.
4-    Oyun oynamanın hem fiziksel hem de ruhsal olarak çok faydalı olduğunu.
5-    İmkanlar dahilinde yüzme, basketbol, voleybol, tenis gibi herhangi bir spora başlamak için harika bir fırsat olduğunu.
6-    İngilizce’nizi geliştirmek amacıyla  film izlemek, müzik dinlemek için bolca  vaktinizin olduğunu ve bunu  size fayda sağlayacak şekilde ayarlamanın aslında sizin elinizde olduğunu.
7-    Yeni bir hobiye başlamak için iyi bir fırsatınızın olduğunu.
8-    Bir sonraki seneye hazır ve formda  girmek için oldukça fazla vaktinizin olduğunu.
Sevgili öğrenciler hepinizi şimdiden kutluyorum ve size iyi tatiller diliyorum. Umarım çok keyifli  bir tatil geçirirsiniz. Çünkü bunu hak ettiniz. :) 

Hiç katılaşmayan bir yüreğiniz, hiç yorulmayan bir ölçülülüğünüz, hiç incitmeyen bir dokunuşunuz olsun...     Charles Dickens