29 Haziran 2013 Cumartesi

23 Haziran 2013- Özgür Kocaeli Gazetesi Makale





Daha Yavaş

Tanrım beni yavaşlat,
Aklımı sakinleştirerek kalbimi dinlendir… Zamanın sonsuzluğunu göstererek bu telaşlı hızımı dengele… Günün karmaşası içinde bana sonsuza kadar yaşayacak tepelerin sükunetini ver.
Sinirlerim ve kaslarımdaki gerginliği, belleğimde yaşayan akarsuların melodisiyle yıka, götür.
Uykunun o büyüleyici ve iyileştirici gücünü duymama yardımcı ol…
Anlık zevkleri yaşayabilme sanatını öğret; bir çiçeğe bakmak için yavaşlamayı, güzel bir köpek ya da kediyi okşamak için durmayı, güzel bir kitaptan birkaç satır okumayı, balık avlayabilmeyi, hülyalara dalabilmeyi öğret…
Her gün bana kaplumbağa ve tavşanın masalını hatırlat. Hatırlat ki, yarışı her zaman hızlı koşanın bitirmediğini, yaşamda hızı arttırmaktan çok daha önemli şeyler olduğunu bileyim…
Heybetli meşe ağacının dallarından yukarıya doğru bakmamı sağla. Bakıp göreyim ki, onun böyle güçlü ve büyük olması yavaş ve iyi büyümesine bağlıdır…
Beni yavaşlat Tanrım ve köklerimi yaşam toprağının kalıcı değerlerine doğru göndermeme yardım et.
Yardım et ki, kaderimin yıldızlarına doğru daha olgun ve daha sağlıklı olarak yükseleyim.
Ve hepsinden önemlisi…
Tanrım, Bana değiştirebileceğim şeyleri değiştirmek için CESARET,
Değiştiremeyeceğim şeyleri kabul etmek için SABIR,
İkisi arasındaki farkı bilmek için AKIL ver…

Yukarıdaki yazı milattan 2000 yıl kadar önce Hititler tarafından yazılmış bir duvar yazısıdır. Ne kadar anlamlı öyle değil mi? Yavaşlat diyor  ve öyle ki, aklım  konuşmasın, kalbim sussun, dinlensin. Zamanı önemsemeyeyim, telaşımın yerini biraz sakinlik alsın, yavaşlık ya da hatta sessizlik belki de.Uykudan tat almayı hatırlayayım, baktığım çiçekleri, hayvanları gerçek anlamda da görebilmeyi , duyabilmeyi öğret bana diyor..
Koşturuyoruz, bir oraya bir buraya.. Sabah bir çıkıyoruz evden, taa akşam saatlerine kadar bir sürü dosyanın, toplantının, evrakın veya yapılacak çeşitli bir çok işin arasında boğuluyoruz, nefes alamıyoruz. Sıkışıp kalıyoruz koskoca betonların arasında, havasız, oksijensiz, hayatsız. Bir yandan istiyoruz ki bu geçen zaman hızlı bir şekilde aksın, bitsin şu dosyalar, toplantılar ama öte yandan da diyoruz ki hayat geçiyor, öyle ya da böyle zaman içerisinde biz de yaşlanıyoruz diyor ve bu durumdan hayıflanıyoruz, tutamadığımız, dolu dolu yaşayamadığımız her an, her saniye için üzülüyoruz. Her iki türlü de mutsuz ediyoruz kendimizi aslında.. Kabullenmiyoruz şu anda yaşadığımız hayatı, yaşamı, sahip çıkmıyoruz ona aslında tam anlamıyla.
 Bir hayal dünyası içinde yaşıyoruz bazen.  Şu an şurada olsaydım en mutlu ben olurdum diyoruz veya  yarın şuraya gitseydim ne kadar güzel vakit geçirebilirdim diyoruz. Olmayan bir şeyi kendimiz için oldurmaya çalışıyoruz ama sadece hayıflanarak, üzülerek, bir şekilde gerçekliğin dışında düşünerek. Sözlerim yanlış anlaşılmasın elbette   hayal kurmak güzeldir, hatta öyle eğlencelidir ki bu tartışılmaz bile  ama biz bunu günlük yaşamda yapıyoruz, başka bir şeyle uğraşırken yapıyoruz. Böylece de  günlük yaşam içerisinde asıl yaşamamız gereken gerçeği yaşayamıyoruz.  Dolayısıyla bazen bir çiçeği dahi göremiyor , gözlerimiz net bir biçimde bakmamıza rağmen.. Rengini, dokusunu, kokusunu ve o muhteşem güzelliğini hissedemiyoruz.  Nasıl görsün ki  gözlerimiz o an önünde başka bir hayalle kaplanmışken gerçekleri, hayatı .. kısacası her şeyi..?
Acele ediyoruz çoğunlukla, yemek yerken, birisiyle konuşurken, alışveriş  yaparken.. Tat almak yerine, o anın tadını, keyfini doya doya çıkarmak yerine, acele ediyoruz..  Tüketmek istiyoruz, çılgın bir şekilde bazen, sevgiyi, arkadaşlığı, dostluğu ya da kısacası hayatı..Sabretmeden, beklemeden, herhangi bir şey  için bir ödün vermeden, uğraşmadan.. Yeter ki olsun, yeter ki o anda geçici bir çözüm olsun diye.  Halbuki Hititler’in de yazmış olduğu  gibi fark edebilseydik zamanın aslında sadece şu andan ibaret ve her şeyiyle  koskocaman bir bütün olduğunu .. Nasıl da mutlu, huzurlu ve sakin olabilirdik..  Ya da keşke daha kolay fark edebilseydik daha kalıcı şeyler yaşamak, bırakmak ya da oluşturmak adına daha farklı davranabilmeyi, bunun için uğraşabilmeyi..
Bir de elbette yukarıda da yazıldığı gibi.. Cesaret, Sabır ve Akıl..  Nasıl da önemli.. Her zaman, her koşulda, her aşamada..
Demek istediğim o ki.. Biraz yavaşlayalım.. Ruhen,kalben.. Yormadan, tükenmeden, tüketmeden, koşmadan yaşayalım.. Doya doya, tada tada, göre göre.. Ancak bu şekilde farkına varmaz mı insan hayatının güzelliğinin, anlamının ? Daha sindire sindire yaşayalım , sadece o an için, o ana özel olarak..  Koşmamız, hızlanmamız, atağa geçmemiz gereken zamanlar elbette olacak fakat bunu her dakika yapmayalım ki ruhumuz bizi kolayca takip etsin..  Sürekli koşarak, başka şeyler düşünerek, anda kalmayarak, kuruntu yaparak  n’olur şu beynimize, ruhumuza, kalbimize, benliğimize, özümüze zarar vermeyelim.. N’olur …  :)

“Yapmamız gereken , her şeyi eski sadeliğine döndürmektir, böylece bozulan düzenimiz yeniden kurulacaktır.”
Kızılderili Atasözü



18 Haziran 2013 Salı

16 Haziran 2013- Özgür Kocaeli Gazetesi Makale








BABA


Hüngür hüngür ağladığımı hatırlıyorum yıllar önce Ankara’da, bir sinema salonunda Çağan Irmak’ın o çok sevdiğimiz filmini, “Babam ve Oğlum”u izlerken.. Hani o bize çok dokunan sözlerinin olduğu , dursaydım burada, gitme deseydim Nuran diye başlayan replikler.. Hani  Çetin Tekindor’un  söylediği sonradan yere düştüğü şu meşhur sahneden bahsediyorum..
Babalar içlerine atar, belli etmezler ki yıllarca biriktirdiklerini, sakladıklarını, yarım kalanları, anlatmak isteyip de anlatamadıklarını, paylaşmak isteyip de paylaşamadıkları.. Kaya gibidirler, sapasağlam..Bazen aniden sinirlenip gerginleşebilirler ama anlıktır bunlar, gelip geçicidir.Genel olarak sakindirler, belli etmezler içlerinde kopan fırtınaları,çözümleyemedikleri sorunları, kafalarındaki soru işaretlerini..Beklerler,susarlar çoğunlukla çünkü ihtiyaçları vardır ailesinin onlara, bunu bilirler.  Bazen sırtımızı yasladığımız bir dağ, bazen güveneceğimiz bir destek , bazense huzur bulacağımız bir liman olurlar bize.. İçleri kan ağlasa da eşlerine, çocuklarına  belli etmemek için büyük çaba harcar ,  sırf daha da üzülmesinler,kendilerini yalnız hissetmesinler diye.  Bakmayın sert gözüktüklerine, dedim ya onlar sakindirler, içlerine atarlar aslında, belli etmezler olup biteni olumsuz her ne varsa.. Bazense duygularını ifade edemezler, bunu istemediklerinden değil kelime bulamadıklarındandır.Toplumun, yetiştiriliş  tarzının , belli başlı öğrenilmiş kalıpların, değer yargılarının sonucu olarak daha yavaş, daha belli etmeden yaşarlar duygularını, hislerini.. Duygusuz olduklarından değil, duygularını saklamayı öğrendiklerinden , bizi bu şekilde koruyacaklarını ve  bu şekilde daha iyi olacağımızı istediklerinden belki de kim bilir..  Evimizin direği babaların kalpleri aslında öylesine  yumuşaktır bilir misiniz? O güzel kalplerine dokunmaya ne dersiniz sevgili babalarımızın? Öpelim ellerini bugün hissedelim bize olan tüm  desteklerini, bilelim kıymetlerini, değerlerini.. Tek ihtiyacımız  olan gerçek  sevgi, bunu en içten halimizle verelim güzel babalarımıza.. 
Öncelikle kendi babam olmak üzere tüm babaların Babalar Günü’nü en içten duygularımla, tüm yüreğimle kutluyorum. Sizler çok özelsiniz..  Bizler için çok değerlisiniz..
Seni çok seviyorum canım babacığım.. İyi ki varsın.. :) İyi ki benim babamsın..


Bir Hikaye
Baba, işten yorgun argın bir şekilde eve geç gelmişti..
Çocuk: Baba, bir şey sorabilir miyim?
Baba: Evet..
Çocuk: Baba bir saatte ne kadar para kazanıyorsun?
Baba: Bu senin işin değil..
Çocuk: Babacığım lütfen, bilmek istiyorum..
Baba: İlle de bilmek istiyorsan 20 milyon..
Çocuk: Peki bana 10 milyon borç verir misin?
Baba: Benim senin saçma oyuncaklarına veya benzeri şeylerine ayıracak param yok. Hadi, derhal odana git ve kapını kapat..
Çocuk sessizce odasına çıkıp kapıyı kapattı.
Adam sinirli sinirli “Bu çocuk nasıl böyle şeylere cesaret eder.” diye düşündü. Aradan bir saat geçtikten sonra adam biraz daha sakinleşti ve çocuğa parayı neden istediğini bile sormadığını düşündü, “Belki de gerçekten lazımdı”…
Yukarı çocuğunun odasına çıktı ve kapıyı açtı…
Yatağında olan çocuğa, “Uyuyor musun” diye sordu. Çocuk “Hayır” diye cevap verdi…

“Al bakalım, istediğin 10 milyon. Sana az önce sert davrandığım için üzgünüm. Ama uzun ve yorucu bir gün geçirdim” dedi…
Çocuk sevinçle haykırdı, “Teşekkürler babacığım”… Hemen yastığının altından diğer buruşuk paraları çıkardı. Adamın suratına baktı ve yavaşça paraları saydı.
Bunu gören adam iyice sinirlenerek, “Paran olduğu halde neden benden para istiyorsun? Benim, senin saçma çocuk oyunlarına ayıracak vaktim yok” diye kızdı…
Çocuk “Param vardı ama yeterince yoktu” dedi ve yüzünde mahcup bir gülücükle paraları babasına uzattı; “İşte 20 milyon…”Senin bir saatini alabilir miyim? Yarın 1 saat erken gelebilir misin? Seninle akşam yemeğini beraber yemek istiyorum.” dedi…

Babalar İçin Ne Demişler?

Benim başarı reçetem, babamın her zaman söylediği bir şeye dayanır: Hiçbir zaman bir başkasından daha iyi olmaya çalışmayacaksın, ama hiçbir zaman elinden gelenin en iyisini yapmaya çalışmaktan da vazgeçmeyeceksin. 
John Wooden
                                    

Bir baba, kendi mutluluğundan çok, çocuklarının mutluluğu ile mutlu olur. Honore De Balzac

Çocukluk çağında baba korumasından daha güçlü bir ihtiyaç düşünemiyorum. Sigmund Freud

Babanın rolü, yüz öğretmeninkine bedeldir.  George Herbert


İnsan, babasına borçlu olduğu saygıyı ancak baba olduğu zaman duyar. Goethe



Güçlü Bir Hafıza İçin


Sigara içmeyin.
Stresi azaltın.
Düzenli olarak egzersiz yapın.
Uyku düzeninize dikkat edin.
Kahve  ve çayı azaltın.
Kitap, gazete , dergi okuyun.
Bulmaca çözün.
Sakız çiğneyin.
Yeni bilgiler öğrenin.
Daha az televizyon seyredin.
Hayatınızda önemli yeri olan aktivitelere ve sizi mutlu eden insanlara daha fazla vakit ayırın.
Stresten uzak durun, sakin bir hayatı tercih edin.
Telefon numaralarını ezberleyin.
Yabancı bir dil öğrenin.




9 Haziran 2013 Pazar

9 Haziran 2013- Özgür Kocaeli Gazetesi Makale







Sevdiklerimizle Birlikte
Malum sene sonu ve derslerimizi bitirdik. Genel tekrarlarımızı yapıyoruz ve artık daha fazla aktiviteye yer veriyoruz, yavaş yavaş tatile hazırlık yapıyoruz. Bu nedenle öğrencilerimizi pikniğe götürdük geçen hafta. Pikniğe giderken  de yanlarında Ipad , telefon vs . gibi teknolojik herhangi bir şey olmasından ziyade top, atlama ipi, satranç, monopoly, pictureka, tabu, uno gibi oyunları götürmelerini  istedik.  Çünkü biliyoruz ki pikniğe giderken serviste dahi etrafına bakmak yerine , kendilerinin daha da yalnızlaştıran oyunları oynayacaklar, arkadaşlarıyla sohbet etmek yerine o an yanlarında olmayan başka bir arkadaşlarıyla mesajlaşacaklar. Haklılar, çünkü daha cazip ve bazen daha kolay..iletişim açısından elbet..
Öyle çok keyif aldılar ki güzel öğrencilerim düzenlediğimiz bu  piknikten..  Sadece  o müthiş doğadan, ağaçlardan, aldıkları mis gibi tertemiz havadan, o sımsıcak güneşten değildi yaşadıkları o mutlu anlar, çok eminim ki birlikte bir şeyler yapmaktan, arkadaşlarıyla bir şeyler  paylaşmaktan  dolayı da çok mutluydular. Tüm gün boyunca koşturmaktan, atlamaktan, zıplamaktan çok yoruldular fakat  eminim ki aynı anda tüm senenin yorgunluğunu da atmış oldular.  Arkadaşlarıyla birlikte olmak öyle çok mutlu etti ki onları..
Ne kadar önemli insanın sevdikleriyle birlikte zaman geçirmesi, bir şeyler paylaşması, sohbet etmesi  öyle değil mi? Tüm negatiflikleri silip süpüren sihirli bir süpürge oluyor sanki sevdiklerimizle sohbetlerimiz, birlikte oynadığımız oyunlar, yediğimiz yemekler, içtiğimiz kahveler..  Kahve demişken, düşünün içtiğiniz bir Türk kahvesini, o kahvenin  yüzünüzde yarattığı o koskocaman gülümsemeyi, o tepsiye dizdiğiniz kahve fincanlarının aslında birazdan kelimelere dökeceğiniz düşünceleriniz olduğunu , dertlerinizi paylaşacağınız bir ana hazırlık eden bir araç olduğunu..  Peki ya birlikte oynanılan oyunlar? Onlar aslında bizim hepimizin bir olduğunu,  sadece yalnız değil birlikte de bir şeyler hatta daha güzel şeyler yapabileceğimizi bize hatırlatan araçlar. Bu oyun belki karşılıklı oynanan bir oyun,  belki de bir takım oyunu olabilir. Ne fark eder ki?  İki kişilik oyunda her ne kadar sevinci, heyecanı ve belki de biraz hırsı deneyimleyeceksek ,  takım oyunununda da birlikte bir şey yapmanın önemini hatırlayacağız hiç şüphesiz. Ne fark eder ki.. Gerisinin önemi var mı ki.. O nedenle.. Diyorum ki biraz daha vakit geçirelim sevdiklerimizle, dostlarımızla, akrabalarımızla.. Belki önemli olan fazla değil olabildiğince verimli, kaliteli , güzel  zaman geçirmek.. Hadi deneyelim, bugünden, bu güzel Pazar günü itibariyle başlayalım.. Ne dersiniz? :)

Tatile Beş Kala :)




Tatil demişken, piknikler başladı, havalar ısındı demişken.. Sevgili öğrenciler,  şöyle rahat,  şöyle huzurlu bir tatili nasıl da hak ettiniz, farkında mısınız? Tüm sene boyunca yoruldunuz, kendi geleceğiniz , hayatınız ve güzel bir yarın için için çabalamaktan dolayı öyle yorgun düştünüz ki.. Yenilenmeye, tazelenmeye, enerji depolamaya çok ihtiyacınız var, o kadar aşikar ki bu..  Hepiniz bir yaş daha büyüdünüz, bakın bakalım Eylül 2012’deki fotoğraflarınıza , aynı mısınız oradaki öğrenciyle? Nasıl değiştiniz öyle değil mi? Siz artık o siz değilsiniz, fazlasıyla yeni bilginiz var artık bir çok konuda ve o  fotoğraftaki öğrenciden  10 ay daha büyük ve olgunsunuz artık. Ne mutlu size! Biliyorum bir çoğunuz  tatile girmekten dolayı öyle çok sevinemiyor bile, hani şu tatil ödevleri/ kitapları var ya , işte onlar  yüzünden şimdiden endişelenmeye başladınız. Bir dakika durup düşündünüz mü sakince peki ? Neyi mi? Tatili nasıl daha iyi , güzel ve her şeyden önce “kendiniz” için nasıl daha yararlı  bir hale getirebileceğinizi..
Neleri hatırlayalım o zaman?
1-    Öğretmenlerinizin sizi  bir sonraki yıl daha rahat etmenizi  istediklerinden ve tamamen sizin rahatınızı düşündüklerinden dolayı az da olsa ödev verdiklerini ve bunun gerçekten de sizin yararınıza olacağını.
2-    Aileniz ve arkadaşlarınızla geçirebileceğiniz bol bol vaktinizin olduğunu.
3-    Okuyabileceğiniz herhangi bir kitap, dergi veya gazete için bolca vaktinizin olduğunu ve okumanın insana bir çok önemli değer kattığını.
4-    Oyun oynamanın hem fiziksel hem de ruhsal olarak çok faydalı olduğunu.
5-    İmkanlar dahilinde yüzme, basketbol, voleybol, tenis gibi herhangi bir spora başlamak için harika bir fırsat olduğunu.
6-    İngilizce’nizi geliştirmek amacıyla  film izlemek, müzik dinlemek için bolca  vaktinizin olduğunu ve bunu  size fayda sağlayacak şekilde ayarlamanın aslında sizin elinizde olduğunu.
7-    Yeni bir hobiye başlamak için iyi bir fırsatınızın olduğunu.
8-    Bir sonraki seneye hazır ve formda  girmek için oldukça fazla vaktinizin olduğunu.
Sevgili öğrenciler hepinizi şimdiden kutluyorum ve size iyi tatiller diliyorum. Umarım çok keyifli  bir tatil geçirirsiniz. Çünkü bunu hak ettiniz. :) 

Hiç katılaşmayan bir yüreğiniz, hiç yorulmayan bir ölçülülüğünüz, hiç incitmeyen bir dokunuşunuz olsun...     Charles Dickens


2 Haziran 2013 Pazar

http://www.ozgurkocaeli.com.tr/makale/guzel-insan-131441.html
http://www.ozgurkocaeli.com.tr/makale/guzel-insan-131441.html

2 Haziran 2013- Özgür Kocaeli Gazetesi Makale



Güzel İnsan



Kimi  insanlar vardır.. Dokunurlar hayatınıza, yüreğinize, ruhunuza.. Varlıkları  yeter bazen, konuşmasanız da bir şeyler paylaşmasanız da bilirsiniz ki onlar hep oradadır ve hep de öyle kalacaktır. Güven verir gözleri, tek bir sözünüzü anlarlar ve öyle ki,  yanlış bir şey yapıyor olsanız bile size sevgiyle bakarlar. Hoş görürler her şeyi, yaşanan ne varsa gözlerinin önünde. Ayrı amaçlarınız, farklı davranışlarınız ya da tamamen çok farklı görüşleriniz olabilir ama böyle insanların yanında bu tarz olguların hiç önemi kalmaz, çünkü kalkar o engeller o anda. Genel anlamda saygısızlık olarak tabir edilecek  herhangi bir durumu dahi gülümseyerek yanıtlarlar. Böyle insanlarla konuşmaktan keyif alırsınız, anlamazsınız zaman nasıl geçmiş çünkü  huzur vardır, anlayış vardır orada. Giderken böyle insanlar tebessümle karışık bir duygu bırakırlar. Kalbiniz acır, boğazınız düğümlenir belki ama yine de gülümsersiniz. Tatlıdır bu hüzün, sevgiyi barındırır içinde çünkü, onları uğurlamak için elinizi kaldırmak yerine tam tersi ellerinizle onların elinden tutup geri dönmesi için çabalamak istersiniz.. Bilirsiniz ki gideceği yerde de mutlu olacak, mutlu edecek, sevecek ve sevilecektir. Yaşlısı genci hayran olurlar böylelerine, doğal oldukları, insanları, doğayı, hayvanları, her şeyi ama her şeyi sevdikleri, almadan vermeyi  bildikleri, sınırlar, farklılıklar, aykırılıklar olmadan da bir bütün olunabileceğini bizlere hatırlattıkları için..
Ben böyle bir insanla tanıştım. Saf bir kalp.. Müthiş bir zeka..Tatlı bir yüz.. Harika bir insan.. Shruti..Sevgi dolu, güleryüzlü Shruti’miz.. Okulumuzun bu seneki yabancı öğretmenlerinden.. Hemen ısındık ona. Aksini nasıl düşünebiliriz ki? Bizlerden biri oluverdi hemen, geldiğinde hiç Türkçe bilmemesine rağmen dilimizi  bile söktü giderken.. Bütün bir yıl özveriyle , disiplinle ve gerçekten büyük bir özenle çalıştı. Öğrencileri öyle çok sevdiler ki onu..Tabi ki biz de öyle..Bir kere bile  bir şeye itiraz ettiğini duymadım ve olan her şeye kabul vermek bu olsa gerek diye düşündüm. Bir kere bile birisini yargıladığını duymadım ve herkesi olduğu gibi kabul etmek, aslında hepimizin aynı olduğunu tam olarak benimsemek  bu olsa gerek diye düşündüm. Bir kere bile birisine kaba davrandığını görmedim incelik bu olsa gerek diye düşündüm.
Neden gidiyorsun diye sorduğumuzda ise bize verdiği tek bir yanıt vardı: “Özledim.” Yetmiyordu ki, her şey güzel evet her şey yolunda elbette  ama o güzel  ailesi yanında değil, birlikte olmaktan keyif aldığı arkadaşları yanında yok, nasıl tat alsın ki hayattan? Tamam inanılmaz pozitif bir insan, bir çok şeyin eksikliğinde dahi mutlu olabilecek bir şey bulan güçlü bir karakter fakat aile öyle farklı öyle önemli bir olgu ki.. Dedi ki onların bana, benim onlara ihtiyacım var.. Hele ki bu yaşımda onlarla olmazsam başka ne zaman olabilirim ki? Ne kadar haklı.. Ne kadar doğru.. Onu çok iyi anlıyorum. :)
Beni  oldukça heyecanlandıran ve görmek için sabırsızlandığım bir ülke olan güzel memleketi  Hindistan’a dönüyor Shruti bu yaz..  Okulumuz Conkbayırı Koleji’nde ona bir veda partisi düzenledik, hem coşkulu bir parti oldu bu hem de  duygu dolu. Hepimiz böylesine güzel bir kalple tanışmış olmaktan dolayı inanılmaz mutluyduk.  Hoşçakal Shruti .. Seni çok seviyoruz..


"Yaşlı çifte sorarlar:
- Tam 65 yıl…Bunca sene nasıl evli kaldınız?
Yaşlı çift cevap verir:
- Bizim doğdumuz zamanlarda bir şeyler  kırıldığında tamir edilirdi, çöpe atılmazdı. O yüzden."


UMUT
Dört tane mum usul usul yanıyordu…Ortalık o kadar sessizdi ki, mumların konuşmalarını duyabiliyordunuz…
Birinci mum dedi ki:”Ben BARIŞ‘ım.! Ama kimse benim yanmama yardımcı olmuyor. Sanırım yakında söneceğim.” Alevi hızla azaldı ve sonunda tamamen söndü.
İkinci mum:”Ben VEFA‘yım.! Ne yazık ki artık vazgeçilmez değilim. Onun için, bundan sonra yanıp durmamın bir anlamı kalmadı.” Sözlerini tamamladığında esen hafif bir rüzgar onu tamamen söndürdü…
Sırası geldiğinde üçüncü mum, hüzünlü bir sesle dedi ki:”Ben SEVGİ‘yim !  Yanacak gücüm kalmadı. İnsanlar beni unuttu, değerimi anlamıyorlar. En yakınlarını sevmeyi bile unuttular. ”Sevgi de daha fazla beklemeden sönüp gitti… Ansızın..! 
Odaya bir çocuk girdi ve üç mumun da yanmadığını gördü.”Neden yanmıyorsunuz? Sizin sonsuza kadar yanmanız gerekmiyor muydu?” dedi. Ve ardından ağlamaya başladı…O zaman dördüncü mum konuşmaya başladı:”Korkma, ben yandığım sürece öteki mumları da yeniden yakabiliriz, ben UMUT‘um!”Çocuk parlayan gözleriyle “ UMUT”  mumunu aldı ve öteki mumları birer birer yaktı…